Hizmet etmekse insanlığa hezimet
yüklenmişlerin tahayyül ettikleri kadar sıra dışıyım işte ve sıradan geçirdiğim
hayallerim ve umudum doğrultusunda inip çıkıyorum dik merdivenleri.
Bir özveri içimdeki kat izinden doğan
o vaveyla.
Tükettiğim nefes mi ömür mü? Ne önem
arz ediyorsa artık geride kalan zaman ve dün mizaçlı bir şiirimden esinlendiğim
ve çocukluğumun en mutlu günleri ile hala sindirebildiğim bunca acı.
Açıortayı gecenin ve kılavuzum bülbül
gerçi kargalar da martılar da eksik etmiyorlar çığlıklarını ve gülüşlerini ama…
İnadım inat: ben devasa bir gül’üm…
İnadım inat yol arkadaşım bülbül ve
müdavimi olan hangi cennet çiçeği hangi cennet kuşu ise.
Bir kuşluk vakti güne uyandığım ve
günü torbaya doldurduğum: gecenin tıkacı ya da tıpası mı? Yoksa içimde koşan
tayın coşkulu ayak sesi mi?
Hanidir özlem duyduğum hiçbir şey yok
artık çünkü özlemlerimi ve dileklerime gerçek kıldı Yaratan ve nihayetinde
içimdeki ihtiyar meclisi ile mutabakata vardık mademki kovulduğum doksan dokuz
muhtarından onay kâğıdı alamadım ve işte kendi köyümü inşa ettim sevdalı şehir
İstanbul’un tam da ortasında ve içimdeki yokuşu da düzleştirdi yol işçileri.
Gecenin işçileri mi? Hani Bilge
Karasu’nun üstüne basa basa vurguladığı elbet gecenin karanlığında imbatların
gülüşünde ıslıklanan iç cephemin rüzgârı ve uzağına kaçtığım insanlar.
‘’Gecenin işçileri, gerçekte,
ikindinin ilk saatlerinde görünmeye başlamıştır sokaklarda. Tek tük de olsa.’’
Hayali fener olduğum günler misal ve
ben illa ki gecenin müdavimi olarak atanmışken Allah katında uyumadan geçen
okul yıllarım ve düştüğüm yollar…
Bazen şapka da çıkarmıyor değilim
hani dündeki saklı bene ve dünden bu güne değişen sadece yaş ve yas dilimim
artık bir yasa mahiyetinde meclisten geçen ve yaşasın ki ben de bir gece
işçisiyim.
Sokakları sevemediğim de bir gerçek
hele ki gecenin karanlığında sokakları arşınlayan insanlar ve hiç biri gece
işçisi değil çünkü efkârından sokağa dökülenlerden değil hiç biri ve görev
mahiyetinde de değil hizmet verdikleri mecra.
Uyumsuz ve de uykusuz.
Gözümden düşen damlalar değil artık
sadece insanlar düşen gözümden ve yüreğimden sökün eden o vaveyla.
Ne gece kuşuyum ne de serçe.
Ne insanım ne melek.
Ne huysuzum ne de uyumlu.
Ne münafığım ne de gölge.
İman gücümden aldığım o heyecan ve
coşku ve kolaylıkla sevebildiğim az evvel ben değil miydim uykulu gözlerle
telefondaki arkadaşıma dert yanan?
‘’Seveceğim insanlar neden gelip beni
bulmaz?’’
Karşılığında aldığım yanıtsa aynen
şöyle:
‘’Sevilmeyecek kim varsa gidip
bulursun illa ki ve kazırsın yüreğine.’’
Saçımı kazıtacak halim yok ama kalbim
adeta çökmüş bir yol gibi ve sevgiden geçen yolumda nasılsa yolum daha yeni
düştü kendime.
Kusursuz olmayı tahayyül ettiğim bir
ömür.
Her anlamda mükemmel olmak adına çaba
harcadığım.
Hurafelere ve de yalanlara kolaylıkla
inandığım…
Ve de yalnızlığımı adam boyu
yaşadığım üstelik içimdeki papatya tarlasında aralıksız hapşırırken papatyalar
ve ben her ne kadar bir çiçek olsam da burnuma kaçan polenlerden dem vurduğum
ve işte gecenin ıskaladığı bir aydınlıkta göz kırpıyorum hayaletlere ve
birileri duvağından çekiştiriyor çocuk gelinin.
Bense peşindeyim kötünün ve
münafığın.
İnsanım ya da doğaüstü bir güç
algıladığım ve işte boyutsuzluk ile iştigal olduğum her zerremle hem ait
olduğum hem yok sayıldığım dünya…
‘’Tepelerden birinde yalnızlığını
yaşarken ve de sessizliğin içinde.
Küçümsenir bir yalnızlık değil onunki
hele ki gece indikten sonra…’’(B. Karasu)
Kim derdi ki onlarca yıl evvel
yazılmış bu cümlelerin muhatabı olacağımı?
Sessizliği pelesenk etmişken ruhuma
ve vücudumun çıkardığı o mekanik sesi de yok sayıp ve var olduğuma dair tek
ipucu iken içtenliğim ve bitimsiz yaşama sevincim…
Gece ya da gündüz yaşasam ne fark
eder ki ne de olsa sevginin ve umudun dokunulmazlığı saklı Allah katında o
halde doğru yoldayım ve ben de bir gece işçisiyim sevgiyi ektiğim karanlığa
kanat açan aydınlık yüreğimle de sonsuzluğa göz kırptığım…