‘’Ben buradayım sevgili okurum, sen
neredesin?’’
Teğet geçmem gereken bir cümle
arayışındayım madem kendimle dalga geçmenin yansıması olan her özlemle doluyum
ve yüreğin sahafı iken okumaya dair bunca kitap ve milyonlarca cümle seğiren
gözlerimde raks ediyor göz bebeklerim ve günü de ömrü de imla hataları ile
doldurmanın keyfini sürüyorum.
Yoğun geçen bir ömür mü desem?
Yoksa titri mi desem hayallerin hani
solunumu duran hani ötenazi yapmak zorunda kaldığım dünde kaykılan bir eksende
dik durmanın da inzivaya çekildiği bir düş gibi uyuya uyuya büyüttüğüm içimdeki
çocuk ve hala nazlı hala nazı niyazı sökün eden belki de nazar boncuğudur
içimde bir yerde takılı.
Umudumun sarkacında.
Uykumun da sarnıcında.
Ait olmadığım bir yüzyılda yaşamanın
verdiği farkındalıkla ve peşine düştüğüm yazarlar, kalemleri ve dünyalarına
yolculuk etmenin verdiği o asil duygu ile reddi güç kabulü güç bir mutluluğun
da halkalarına yeni ve benden bir halka eklemek adına haydan gelen mutluluğun
huya gittiği.
Sözcüklerimi dizlerin bağı çözülüyor
işte ve sürüncemede kalan tüm duyguları sıralıyorum kara kutuya ve alt belleğim
iken yüreğimi de ihlal eden ve beynime verdiğim komutlarla hadiseyi anlamaya
çalışıyorum ve anlamadan anlatıyorum elbet derdi tasası bana düşüyor anlamadıklarımın.
Yana yakıla geçen bir ömür olması
değil de hani mevzu bahis aslında konu benim hayatım da değil ya da mutumu
kaybettiğim ve nifak sokan iblise gözdağı veren bir elemle satır başı yapmak
adına yola koyulduğum bazen rengi solan doğanın hala tebessüm ehli olabildiğine
vakıf yeniden gülümsemeyi şart koştuğum kaderimde saklı iken mucizelerin
varlığına duyduğum inançla beklemeye aldığım iç sesim ve kalemim.
Yorgun ruhumun hezeyanları ve büyüyen
göz bebeklerim ve içine düştüğüm o kaos oysa ne karanlık ne dağlık taşlık ne de
terk edilmiş bir bölge içimde saklı o devasa tarla ve sözcüklerimi nadasa alıp
gün boyu dökülen inciler geceyi de aydınlık kılmanın mucizevi farkındalığı ile
kendimi teslim ettiğim bir rahmet adeta.
‘’Bu not okunmasın ya da okunduktan sonra
unutulsun isterdim.’’(Alıntı)
Bir mucize ise alıntının mahiyeti;
bir redifse içime akıttığım gözyaşı ve işte dualarımın karşılık bulduğu her
gece yarısı ve günü nöbette geçirdiğim ve ömrü de tenhalarda belki de bu
yüzdendir içinde yaşadığıma dair geliştirdiğim o kehanet: hani devasa bir lahit
ve içimle dışımla kaybolduğum dünyanın da merkezi iken içine çekildiğim o
devasa koza ve gönül gözümün yaşamasına izin veren Yaratan sayesinde yüreğimle
sevdiğim dünya dolusu insan her biri de saklı iken Allah katında.
Mevzu bahis olan her şey ya da hiçbir
şey.
Sözcüklerime kefil olduğum bir
merdiven belki de kat çıktığım yukarıya doğru bakıp da aşağıda kalanları
unuttuğum sonra da yazıp kendimden firar ettiğim aslında kendimle yaptığım o
istişare sayesinde yeni bir ben’in doğmasına dair bulunduğum isteklerin de bir
şekilde onaydan geçtiği.
Yaşarken duraksadım ya, yazarken?
Yazarken kurguladığım üstelik
düşünmeden ve kalemden damlayan yüreğim yeniden doğumun b/eşiğinde kocaman bir
ayraç koyduğum önceki hayatım ve sonranın bir mucize olduğuna delalet sıralı
sırasız ölümlerden de payıma düşen.
Gönyem kırık açıölçerim de.
Acılarım sıra dışı ve açısı değişken.
Kanadım kırık ya da aralıksız
çırptığım ve gönlümden akanı Nisan tasında sakladığım aslında hazan mahsulü bir
günü b/öldüğüm sonra içimi dilimlediğim sonra da idam sehpasında beklettiğim
şiirlerim ve son zamanlarda yazıp yazıp sildiğim divane maruzatlarım üstelik
zaman ve mekân tanımadan yaşayıp da uçuşan varlığımla boyut üstü bir
farkındalık ile kaç boyutlu bir b/akış getiriyorsam hayata.
Tanrısal bir boşluksa insanları
korkutan.
Ve Allah rızası için yaşayıp huzuruna
çıktığım her dua vakti hele ki içimin t/aşkınlarında dur durak bilmeden üzülüp
bir yandan da umuda vesile olan vecizlerim, kayıp rotam kayıp notam ve
denklemin bozulan eşitliğinden kaçışan bilinmezler ve x, y ekseninde hala
belirleyemediğim koordinatları mutluluğun ve keşfe çıktığım he uyku vakti
aslında uydusu iken alt belleğim.
Mızrap kırık madem.
Mabedim de darmadağın hali hazırda.
Matem esintisinde menkıbeler
savurduğum bir düş geçidinde doğrularla el sıkıştığım.
‘’Bizlerin korkusu, geçmişin de
elimizden alınması olasılığından kaynaklanıyor muydu?’’ (E. Batur)
Yanlışa düşmekle öykünen doğrular ve
muhatabı iken insanın yine kendisinde saklı olan dosyalar ve tıklım tıklım
aklımın rafları: az sonra elime alacağımın bir kitabın ilk kırıntılarından
örtülü ödenek olarak ayırdığım yetmedi düş çekmecemde misafir olan güzel
hayallerin de yere göğe sığamadığı ve gerçek mutluluğun anlamına hala vakıf
olamadığım.
Geçiştirmeye çalışsam da çoğu
geçirgen olmayan bir yüzeyde sonsuza kadar asılı her detay ve mutlak mutluluğun
dokunuşları adeta ömrün defteri kebiri iken bir bir not aldığım ve üniversite
yıllarından kalma onca devasa t-cetveli ve her nasıla mesleğime olan
uyumsuzluğumla barışamadığım yeni mesleklere kanat açıp da hayallerimin kısa
sürede hezimete uğradığı…
Merhum Oğuz Atay’ın hayalindeki
dünyayı merak ederken ve hayatının merkezine oturttuğu ideaları ve totemleri
ile önümde açılan yeni bir kapı elbet yazarın izini ve gizini sürdüğüm üstelik
payıma düşen daha da çok şeyin olduğu.
Telaşla yazan ve yaşayan bir yazar ve
ölümünden sonra tanınan elbet mucizeler ölüm sonrası da insana ikram
edilebilirken onun telaşını kolaylıkla anladığım ve irdelediğim gerçeği çok da
izafi bir eksene mahal verirken.
Bir örüntü ise hayat ve nereden bakıp
neyi nasıl gördüğümüze ilişkin bir çabayı gerektiriyorsa ve bıkıp usanmadan
umut eden bir neferi olmak öykünün ve yazılası öykülerin rüzgarı içimizdeki
sıcak iklimi serinletirken bir o kadar yazdan kalma bir günde üşümenin olası
olduğu ve atlattığımız badirelerden bizi bize sunan ve ölümün sularında
boğulmaktan ötesi saklı iken bir handikap olarak ta içimizde.
Şehrin sönük vedası güne.
Günün taşkınları geceyi sele boğan.
Ve endamlı yürekler peşinde aslında
kendimize takılı kaldığımız.
Bir surat ifadesi iken çatık kaşların
asılı olduğu ve bazen bir selam çok şeyin yerin kolaylıkla tutarken.
Kırağı çalan bir gecenin tasfiyesi.
Gün bazlı bir sevda masalı.
Yanıp sönen şehrin ışıkları belki de
köprünün ayaklarının tabanlarının yandığı hala resmigeçit yapan bir konvoy
aslında bayram değil seyran değilken neye öykündüysek bariz bir şekilde
mutluluk ve huzur inancın bağrında saklı iken.
Üşüşen imgeler.
İn cin top oynarken aklın
koridorlarında ve serenadın bitimsiz nüktesi.
Ve işte düzende saklı o düzensizlik
belki de şerit değiştiren duygulardan yarına uzanan bir köprü gibi yüreğin
sebilinden akan suya duyduğumuz hasret ve rahmetin de iz düşümü iken durduk
yere asla da mümkün olmayan bir heyecan ve neyin neyden ibaret olduğunu
kestiremezken vuku bulan bir mucize…
Doğurgan mucizeler birbirine yankı
yapan ve devasa taslağı umudun ve işte akan trafikte yolun ortasında duran bir
arabadan fırlayan sürücüsü mevsimin üstelik göğe nispet yapan rüzgâr gibi
içinin dağınıklığında günü teğet geçen bir bilinmezden firar eden düş
kırıntıları gibi havanın ağırlığını yok eden hafiften yağan yağmur geceyi de
köprüyü de insanı da her türlü sıkıntıdan azat eden ve kurtaran bir münazara
üstelik kıblesinde saklı bunca duanın da bir neticesi iken yarına dair…