Düşlerim tek kişilik dişlediğim
kalemse nüktedan.
Pervazındayım evrenin belki de
rahminde saklıyım ölüm öncesi dokunulmazlığımı ilan ediyorum.
Sefil tanrısıyım da müzmin
yorgunluğumun ve münafık gülüşler camı tıklatıyor yüreğimse hopluyor ve azade gülücükler
adıyorum içimde saklı o devasa yaraya.
Emre amade sözcüklerim.
Oysaki kalemim yazmıyor kaç gündür…
Nüktedan yüreğim ve müfreze imler
elbet tekelindeyim hüznün: âşık olduğum nasıl da aşikâr ama sadece Rabbime
dönük yüzü yüreğimin ve efkârımın sisli göğsünde saklı kuş kafesleri.
Boca ettiğim bir avuç hüzün.
Martılar gagalıyor ruhumu.
Bakaya kaldığımsa umut.
Tüten yası bir zamanların şen çocuğu
iken iklimlerde sektiğim ve sarktığım pencere ve delice çığlık atıyor kalemim.
Hizaya gelmiyor asla da gelmeyecek
hiç kimse.
Manidar olansa herkesin o kendinden
emin duruşları lakin tek ayak üzerinde ne çok yalan çemkiriyorlar iblisin de
direktifi ile.
Yalnızım.
Nasıl da aşikâr.
Ben bir yıldızım.
Yaldızlı yolundayım aşkın ve ruhani
sevinçlerim ve kutsanmış sözcüklerim yakardığım sadece Yaratan.
Yansız sevdiğim.
Yaslı yaşlı gözlerime kolonyayı boca
ettiğim.
Yaşaran ve yeşeren ve yasayan…
Yalnızlığımsa bir kıvılcımdan doğup
da büyüyen.
Bense asla yazmamalıydım ilk günden
beri canımın git gide acıdığı.
Acılarımdan ördüğüm kefenim.
Üstüne oturduğum kefe ise ayrı dert
açmışken başıma ve diğer kefede sözcüklerim elbet ayracı da duygularım ve işte
defalarca b/ölündüğüm.
Bir mizaç.
Bir de hicap.
Meali mi günün?
Ne gam.
Muhalif olduğumsa zalim ve şeytan.
Meleklerim de yaralı.
Yamalı varlığım yaralı sezilerim.
Ezildiğim ayaklar altında lakin hala
ayaktayım ve başım dik hem de dimdik.
Dik alası yalanların dilemması
yarınların ve şahit olan Yaratan.
Hummalı bekleyişlerim.
Gece bitiyor güne odaklanıyorum sonra
gün doğuyor ve köreliyor sezilerim bu sefer bulutları bekliyorum ki kirli
ellerinden kurtarayım beyazını masumiyetin ve nidalar uçuşan yarandığım tek
insan da yok ve işte kurda kuzuyu teslim ediyorum ve ruhumu seriyorum boş beyaz
sayfaya.
Saydam yüreğim.
Milenyumsa delişmen ve aksanlı sesi
duyguların aksıran sözcüklerim aksayan ayakları sezilerimin ve pejmürde bir
gölge peşime takılan.
İmla hatasıyım gülüşlerin ve somurtuk
yüzüm ve karambole gitmiş ne çok zaman.
Kalemse pek bir sessiz kaç zamandır.
Geceyi bekliyorum.
Günü deviriyorum
Kalemi yontuyorum.
Yumuyorum gözlerimi ama dalamıyorum
uykuya dalarken derinlere…
Dalkavuk gölgeler münafık yergiler.
Külbastı acılar.
Köhne gülüşler ve unutulmuşlar.
Hüzzam makamına esir düştüğüm hüzün
ile abdest aldığım.
Çetrefilli yollar ve rüzgârın tersten
estiği.
Tersim de ters hani asla ödün
vermiyorum.
Sessizliğimle tek tüfek başıma
dayadığım silahın namlusu ve yaşlar fışkırıyor şakağımda beyazdan küller ve
közündeyim dünün ve kömür gözleri aşkın ve şüheda gülüşler.
Yardığım.
Yerdiğim.
Yorduğum.
Yoğurduğum.
Ansızın doğrulduğum.
Yeniden başlamaksa aynı hikâyeye ve
içimde dönenen o çark bense öğütülmenin güncesinde acılarımla övünüyorum adeta
ve alaya alınmış benliğimden son damlayanlar…
Bir martaval güne eşlik eden geçeninde
zemherisinde saklı sözcükler ve her biri soğukta donakalmış elbet ellerimle
ovalıyorum her birini kalemse süt dökmüş kedi kadar sessiz başından aşağı
kaynar sular döküyorum kalemin ve umurunda değil.
Günler gece olmuş geceler hüzün.
Yolcuğumsa arka vagonunda son anda
yakaladığım trenin ve lokomotifi olduğum bir zamanlar hayatın ve övüncüm de
öğretilerim de bozguna uğramış.
Telafi edemediğim bir ömür de telafi
sınavına filan kalmadığım üstelik okulların ön kapısından mezun olduğum
şimdilerde adına hayat okulu denen güzergâhın neresinde duracağımı da
bilemezken.
Uyruğu mu acıların?
Uydusu olduğum mu yoksa?
İmleciyim belki de göğün ve işte
kararan bulutlar bense karartma gecelerinde dahi aydınlık kılabilirken yeri
göğü.
Manifestosu mu bilumum sözcükle içli
dışlı ve kalem hala suspus.
Kalender meşrebi miyim sahiden de
sözcüklerin?
Kardığım.
Çimdiklediğim.
Peşine düşüp da kafasını kırdığım
kalemim.
Göğün santralı ise bulutlar bense
hayta rüzgârın ta kendisi ve hala süklüm püklüm kalemim.
Duvara tosladığım günlerdir.
Kulağından çektiğim kapıdan kovduğum
bacadan içeri giren rüzgâr elbet kalemin de esef yüklü duruşuna kızgınım hala
sessiz beklemede iç sesim.
Dış sesin baskın ve yırtıcı sesi.
Haksızlığın da dik alası iken
yaşadığım.
Yoksunluk had safhada varlığımın
tansiyonu tavan yapmış ve kümelenmiş duygularım kalemse azıcık kımıldamaya
başlarken ufaktan.
Ayırdına varamadığım.
Amuda kalktığım tepe üstü düştüğüm.
Kalemse hala refüze ediyor beni.
Sadık olduğum mu susan sinyali mi iç
sesin?
Baskın olansa rüzgâr ve hüzün oysaki
ben hep rüzgârlı ve hüzünlü havalarda kuş gibi şakırken…
Nihayetinde gök patlak veriyor ardı
ardına gök gürlüyor ve usulca yağıyor kar taneleri derken tek tük kalem dökmeye
başlıyor eteğindeki taşları bense hüngür hüngür ağlıyorum eşliğinde karın
eşiğinde yalnızlığın nihayetinden kalemimle bir orta yol bulup bir arada
başlıyoruz yazıp çizmeye.
Yan çizense illa ki insanlar.
Yandan çarklı gülüşler.
Yaftalar had safhada ve acımı
kamçılayan rüzgâr Yaratan ise beklemede.
Kasvetli havayı sonlandıran yine
Yaratan.
Canım hiç bu kadar yanmamıştı hani.
Kalemse durgun ve s/üzgün.
Gökse infilak etti sonunda.
Hasat mevsimi.
Azat edilmediğim.
Azade beyitler ve azımsanan yüreğim
ve benliğim.
İlham mı idrak mı?
İfa ettiğimden öte imha edemediğim
bir acı ve sürgün ile mimlenmişse insan ve masumiyet…