Çok değerli mektepli ağabeyimin, ‘’biz’’
isimli şiirine nazire yazdım bu yazımı.
Biz olmanın gücü ve güzelliği ve de
verdiği güvenle tüm saygımla sevgimle selamlıyorum Edebiyat Evi Ailemi…
Düşlemsel bir eksendi gülüşün bense
hıçkırıklarımın telaşında seviyordum seni ve işte içine hapsolduğum o mizansen.
Elbette sözcükler ve imgeler ve yalın seyri ömrün belki de seyrüseferinde ömrün...
Düşlerim bakirdi rengimse beyaz.
Gülüşümde saklıydın ve hüznün girift
varlığında senli benli olmadığımız kadar saygı duyuyordum kendime.
Bir şiir.
Bir nükte.
Bir imge.
Bir hikaye...
Bir tuşsa batığım.
Bir tursa içimde devindiğim.
Bir turnike ise geçemediğim.
Aslında aşk ve sen bir t-cetveli
idiniz bazen sararan yüzüm bazense pembeleşen ve öfkemde saklıydı bu aşk:
aşkınsa rüzgarında yittiğim sonra şiire düştüğümde yolum aslında şiir ve
sendiniz hayatın arka bahçesi.
Yüküm hafif.
Yüküm ağır.
Yükümden de öte yükümlülüğüm elbet insan olmanın şeceresi ve meali ve işte gönül hutbesinde saklı şiirler ve cümleler ve dostluğun yıkılmaz kalesi Edebiyatın seyrinde bir nişane belki de kalemin gücü ve güdüsü yazmanın da meali...
Gönül gözüm ve ufkum ve bir ömür
tutulmuş nutkum.
Bazen isyanlara sürüklendiğim bazen
şahikalara öykündüğüm oysaki ben buluttum oysaki ben unutulmuştum oysaki ben
henüz el değmemiş bir topraktım ve işte hicretimle İlahi Aşkın
dokunulmazlığında aralıksız sevip de kızdığım kendim öyle ya; aşkın uyruğu
yoktu ve kimse kuyruğuna bastığım bilmezdi de kimseler benim aslında kuyruklu
bir Yıldız olduğum.
Gönül penceremde açtığım ve gönül tezgâhına
dizdiğim.
Makul olansa bir çiçekten öte…
Makul olansa bir insanın meali iken
duygular.
Makul değildim oysa çünkü ben aklımı
hayallerle ve duygularla ve sevgiyle bozmuştum ve de bozguna uğratılmıştım.
Nüvemdi sevgi.
Nüansımdı sevgi illa ki.
Nüktedan mizacım ve nüktem.
Kambersiz bir düğündüm ben: kara
duvaklı gelindim.
Karanlığın gücünde saklı bir mucittim
çünkü ben aktım ve masum.
Al yanaklarında günün açık teninde
iklimin ve baharı özümsediğim bir o kadar hazanla ve hüzünle eşleştiğim.
Mihrabım ve mizacım ve mekânım…
Zamansız doğmuştum ben yazın ilk
gününde ve mekânsızdı varlığım ne de olsa çoğul kanatlarıydım kuşların ve tekil
varlığımla biz olmanın hükmünü sürüyordum.
Benden öte biz.
Bizden de öte bizi bize sunan.
Varlığın duayeni ve inancın rahlesi.
Yaşadığım kadar ait olduğum bir dünya
özlemi ve çocukluğumdan beri bana katan dünyayı aslında beni dünyaya sunan…
Biz olmanın meali…
İklimlerden şiirdim.
İfa ettiğimden de ötesi iken
şiirlerle olan tanışıklığım ve işte yolum düşmüştü biz olmanın hayalinin
aslında gerçek olduğu:
Bizdik şiirlere aşina.
Bizdik aşk iken aşikâr.
Bizdik biz.
Birdik.
Birliktik.
Şerh düşmüştük dostluğa ve Edebiyata.
Bizin kökeni sevgi ve iman gücü ve
sırnaşık olan değildi duygular bilakis duygulardı bizi bize sunan…
Bir şiire düştü yolum bir gün.
Bir aile idi beni bekleyen:
Sözüm ona tanımadığım insanlar ve
şiire gönül vermiş.
Şiir dostları ve şairin de duayeni ne
çok değerli kalem:
Evet, bizdik şiir dostu ve birbirine
dost.
Şiirdik ve şirin bir aile.
Bazen kendimle olan kavgamda bir adım
atamazken ve işte şiir yazmayı aranızda öğrendiğim ve nice deneme belki de
milyonlarca cümle kurabilmenin direktifi ve de diyalektiği.
Bizdik şiirden de öte.
Bizi bize sunan yine bizdik.
Artık ben değildim çünkü bizi bize
sunandı yine bizden insanlar…
Biz idik hep de biz kalacak.
Biz bir aileydik: Edebiyat Evi
Ailesi…
Biz bir aileyiz illa ki…