Bir şivesi yoktu gecenin ve noksan
gülüşlerinde saklı cerahat gibi aktıkça akı gözümün derken kararan gözlerim ve
işte ufkumda saklıydı bilmece.
Cereyan edendi huzursuzluk cahil
aklımla değil de bilgiç tavırlarla iştigaldim.
Ömrün notası ve de rotası.
Öykülerimden sızan şifreler.
Uzamında günün mağdur kılındığım
ömrün de kıblesi.
Delişmendi içimde esen rüzgâr ve
dalışa geçip de dibi boyladığım ve nefes almanın mümkün olmadığı ta ki yüzeye
çıkana kadar ama kantardı yanlış tartan ve sıfır gram ağırlığındaki ruhumu
taşıyamamıştı bedenim oysaki bir ömür ruhum eşlik etmişti beden kitle
endeksime.
Mağrur ve mazlum ve mağdur.
İklimlerdi oynaşan yüreğin kıblesinde
saklı maruzatım ve sancım ve firarım ve fedaisi olduğum duyguların aralıksız
kabardığı
Düş patiskasında öten uğursuz baykuş
ve ona eşlik eden bayan-kuş ve işte iklimlerdi değişen ve suretler gerisi
aynıydı hayatın ve devranın.
Küçüklüğümden bu yana gelişim denen
süreçle ihya olmuş olsam da en çok acılardı ve acıtanlar beni bana düşman ve
uzak kılan bense farkında dahi değilken tuzağa düştüğümün gidip geliyordum
aklımın kıvrımlı yollarında ve ruhumun patikalarında.
Sözcükler uzaktı öncesinde.
Aklımın ermediği ne varsa bekliyordu
zamanını bense zamanı kolluyordum aslında kendimdim kolaçan ettiğim ve çocuk aklımın
izah etmesinin mümkün olmadığı milyonlarca detay.
Bir ahkâmsa kestikleri.
Bir arya ise yüksek sesle söylenen.
Belki de angarya idi ömür ve
antenleri kayıptı ölü böceğin ve işte Gregor tüm antenlerini ayarlayıp insan
olmanın böcek kimliğine nasıl saklı bir detay olduğunu asla anlayamadı.
Uykusuz gecelerin sabahı ise rötarla
gelen bir trendi o tren garında bekleyenlerin de fazlasıydı içimde saklı
tutulası.
Bir mahzense yürüdüğüm.
Bir matemse bozguna uğradığım.
Bir metafor ise mutluluk.
Bohem sözcüklerden kendime şekil
şekil hayatlar inşa ettiğim.
Afaki gövdem izafi sözcüklerim ve
idare lambasında geçen ömür gibi kestiğim biçtiğim duyguları mercek altında
incelediğim ömrün ve duygu familyasının da tahliyesi idi belki de
beklentilerimin gerçek kılındığı…
Geçerli sebeplerim vardı üstelik en
mutlu olması gereken kişi de ben iken ömrünü heba etmiş olmanın diskalifiye
ettiği sizi oysaki oyun bellememişken hayatı ve hakkaniyetle yaşamın ilhamım
olduğu gerçeği tıpkı ihsan dolu yürek iklimimde uçuşan pervaneler gibi ışığa
sevdalı bense geceyi mesken bilmişken bir şekilde de aydınlık kılıyordum
gecenin mahrem karanlığını…
Oynaşan gölgeler.
Firari imgeler.
Taş üstünde taş kalmazken taçlanmak
yerine taşlandığım ne de olsa taş yerinde ağarıyordu ve uyumadan evvel fetva
veriyordum geceye belki de bozguna uğramanın ertesi bombeli bir yolda bir ileri
bir geri sekiyordum.
Acının eklem yerlerinde açan çiçekler
gibi.
Açısı olmayan bir düş gibi ya da
pencereye sokulan bir ferman bir kuşun gagasında saklı umut gibi yem gibi.
Yâd edilesi dünün efkârına yenik
düşsem de gecede bir solup bir açıyordu yürek çiçeklerim ve cennete giden yolda
bahşetmişti bunu bana Rabbim.
Sözcüklerim ve de.
Ne kibirli ne isyankâr.
Sus payı bir söylemse geçen hayatım
artık sözcüklerim ve kalemin konuşuyordu benim yerime ve de savunmamı
yapıyordu…
Akışkan hüzün.
Dilim peltek alışık olduğum gecenin
bam teline konan bir kuş gibi seğirtiyordum işte günden geceye ve iklimden
sonrasına ve seçici kimliğimle eşleştiriyordum acılarımı çünkü her acı yeni bir
yazı demekti ve her yeni yazdığım bir sonraki günün rahmine düşen tohum gibi ve
açtığım köşeli parantezde saklı iken ruh eşim elbet Rabbin takdiri iken her şey
ve her yeni gün illa ki kıyama durmanın neticesi yeşeren umut gibi aşk gibi
inanç gibi…