KESKİN OLUR LİKÖRDEN AYRANLA KIMIZ /
KARNERA’YI YERE SERER
TEKİRDAĞLIMIZ –2. BÖLÜM
Geçen bölümde büyük
Türkçü şair ve
yazarımız Hüseyin Nihal
Atsız’ın yazdığı ‘’ Davetiye’’ Adlı
bir şiirden bahsetmiştim. İtalya’nın Faşist
lideri Benito Mussolini’ye
hitaben yazılan bu
şiirde Atsız onu savaşa
davet ediyordu. İşte bu
davet şiirindeki bir
beyit aynen şöyleydi:
Keskin olur likörden
ayranla kımız
Karnera’yı yere serer
Tekirdağlımız.
Ben şahsen ne
likörün ne de
kımızın tadına ve keskinliğine
bakmışımdır. O sebeple
bilmem hangisi daha
keskin olur. Ama Tekirdağlımız
Karnera’yı yere serebilir
miydi? Öncelikle bu takıldı
kafama.
İyi de
yahu Tekirdağlı kimdi?
Karnera neyin nesiydi?
Az bir
araştırma ile Tekirdağlının kim
olduğunu öğrenmek kolaydı. Dünyaca meşhur
ama ne yazık
bizler artık futboldan başka
spor bilmediğimiz için( Son zamanlarda az buçuk da
‘’Filenin Sultanları’’
sayesinde Bayanlar voleybola
merak sardık.) unuttuğumuz
ünlü bir güreşçimizdi
Tekirdağlı.
Evet... Tüm dünya onu
Tekirdağlı Hüseyin olarak
tanımıştı. Tam adı ise
Hüseyin Alkaya idi.
Peki Karnera kimdi?
Şimdi gelin isterseniz önce Tekirdağlı’nın yere
sereceği Carnera’yı tanıyalım
ve bakalım Hüseyin Nihal
Atsız bizim Tekirdağlı
Hüseyin Pehlivanımızın nasıl bir
insanı yere sereceğinden
bahsetmiş?
Evet... Carnera.. Tam adıyla
Primo Carnera 26 Ekim 1906’da Sequals’te ( İtalya'nın
Friuli-Venezia Giulia bölgesine bağlı Pordenone ilinde bulunan bir komün) doğdu.
1.97 boy
ve 118 Kg ağırlığında dev
gibi bir insan
olduğundan çok genç yaşlarda
sirklerde gösterilere çıktı.
Onun bu
cüssesi ve oldukça
kuvvetli olması bazı
orgazinatörlerin dikkatini çekti
ve alıp Paris’e
götürdüler. Burada Profesyonel boksör
olarak yetiştirip maçlar
yaptırdılar.
Bu maçlarda başarılı
olduğu görülünce Mafya
babalarının dikkatini çekti
ve ABD’ye getirdiler
Primo Carnera’yı. Kendisine
‘’Ambling Alp ‘’ ( Yürüyen Dağ )
Nazik Dev- Geniş
Venedik gibi lakaplar
verildi ama daha
çok ‘’ Yürüyen Dağ
unvanı ile tanındı.
1933 Yılında Jack Sharkey adlı boksörü
altı rauntta nakavtla yenerek
Profesyonel boksta ilk kez altın madalya kazanan
bir Avrupalı oldu.
1934’e kadar pek
çok maç daha yaptı. 1934’de ise Max
Baer adlı boksöre 11.
Raundda nakavtla yenildi.
Aslında yaptığı maçların
neredeyse tamamı şikeli
maçlardı. ‘’ Yen’’ dediklerinde rakibini
darmadağın ediyor ‘’ Bu maçı
kaybetmelisin’’ Dendiğinde darmadağın
olmuş bir şekilde
ringten adeta cenazesi iniyordu. Kısacası Mafyanın
elinde oyuncak olmuştu. ( Max Baer’le yaptığı
maçın ring kenarı bilet
ücretinin 25.000 Dolar
olduğunu göz önüne
alırsak Mafya’nın bu
işlerden ne kadar
para kazandığını anlamamız
daha kolay olur. )
1936 Yılında iki
kez Leroy Haynes’in
karşısına çıktı. Yenilmesi gerektiği
için her iki
maçını da nakavtla
kaybetti.
Mafya babaları ‘’ Artık
işimize yaramıyorsun’’ dediklerinde ve II. Dünya Savaşı yıllarında beş parasız
ülkesine döndü.
Ülkesinde bu sefer
de faşistlerin propaganda aracı
oldu. Faşist İtalyanların ne
kadar güçlü olduğu
Carnera örneği üzerinden anlatılıyordu.
Öyle ya
1928- 1936 yılları arasında yaptığı 103 maçın
88’ini kazanan hem de
bu 88 zaferin
69’unu nakavtla kazanan
bir devden daha
güçlü kim olabilirdi
ki?
1946 Yılına kadar
ülkesi İtalya’da yine gösteri
maçlarına çıksa da geçim
sıkıntısı çekiyordu. O sebeple tekrar Amerika’ya
döndü ve bu
sefer işini değiştirdi.
O artık boksör değil bir pankreas
güreşçisiydi ve bu
işten güzel para
kazanıyordu. Ayrıca bir kaç
filmde de oynadı. Ama
1938’de tek böbreği
alınmış olduğundan pankreas
güreşlerine de çok
uzun süre devam
edemedi.
1953 yılında ABD vatandaşı oldu.
29 Haziran 1967’de ölmeden kısa
bir süre önce ülkesi
İtalya’ye geldi ve Udine
kentinde hayata gözlerini
yumdu.
Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan
işte bu Carnera’nın
sırtını yere getirebilir
miydi?
Bence her şeyden önce
böyle bir zavallı
ile güreş tutmaya
tenezzül eder miydi?
Evet... Kendisine Fransız bir güreşçiye
yenilmesi için teklif
edilen 10.000 Lirayı ‘’ Ben
bu işlerden anlamam
arkadaş. Yenilen gazoz içer’’
Diyerek elinin tersi
ile iten Tekirdağlı
Hüseyin pehlivan boksta da
güreşte de karşılaşmalarının %50’den
fazlası şikeli olan
Primo Carnera ile bir karşılaşma yapmaya
tenezzül eder miydi?
O zaman
gelin Tekirdağlı Hüseyin
Alkaya Pehlivanımızı da
tanıyalım. Hem de bizzat
kendi ağzından.
TEKİRDAĞLI HÜSEYİN PEHLİVAN KİMDİR?
[ 8 Kasım 1946’da
bizzat kendisi anlatmış kim olduğunu. ]
“1324-(1908) yılında Kırcaali’nin Alkaya
köyünde doğdum. Sayadım köyümün adıdır. Babam Osman çiftçilik ve bakkallık
ederdi. Güreşe meraklı olmakla birlikte yalnız bayramlarda güreşirdi. Aynı
köyde ve ellibeş yaşında öldü.
Bende ilk güreş merakı ağabeylerim Ali ve Bekir’den görerek başladı. On dört
yaşıma gelince her ikisini de yendim. Kardeşlerim çok kaabiliyetli olduğumu
görünce beni hiçbir işe sokmadılar. ‘’Biz çalışırız sen güreşi ilerlet.’’
dediler.
On beş yaşımda evlendim. On dokuz yaşıma geldiğimde civarımızdaki bütün
pehlivanları yenmiş bulunuyordum. Bulgaristan’da son güreşimi Elmalı yaylasında
Koşukavak panayırında 120 kiloluk bir Bulgar ile yaptım. Bulgarı üst üste
birkaç defa yendiğim halde kabul edilmedi. Üstelik gece beni öldürmeye
kalktılar. Bunun üzerine pasaport alarak ailem ile 1927’de Tekirdağ’a geldim.
Çiftlikönü mahallesinde bir ev tuttum. Bir gün bu ev üzerimize yıkıldı.
Kayınpederim ve kayınvalidem, baldızımın iki kızı, üç komşu kadın öldüler.
Allah karımı ve çocuklarımı esirgedi.
Tekirdağ’da yaptığım güreşlerde yenildim. Beni 1929’da yenenlerin başında
Uzunköprülü Hüseyin gelir.
Bunun üzerine hayatımı kazanmak için
çapaya gittim. Bu sıralarda yeni harfleri okuyup yazmayı öğrendim. Memleketimde
yalnız bir yıl okula gitmiş eski yazıyı bile belleyememiştim. Ailemi
geçindirmek için bir yandan mütemadiyen çalışıyor fakat güreşten kendimi
alamıyordum.
1929 Ramazanında İstanbul’a gittim. On beş gün güreştim. Ramazan’ın on beşinden
sonra Bayburtlu Kara Yusuf benimle beraber dört genç pehlivanı Samsun’a
götürdü. Samsun ve civarında dört ay kaldık. Hiç para kazanamadım fakat
pehlivanlıkta piştim.
Samsun’dan sonra ilk güreşimi Düzce’de yaptım. Burada Baş Pehlivan Cemal ile
karşılaştım ve başaltına güreştim. Güreşimiz 6 saat sürdü ve yenişemedik.
Bundan sonra beni hep başa güreştirdiler.
Güreşlerini dikkatle takip ettiğim ve beraber gezerek faydalandığım ustalarım
Mandıralı Ahmet, Kara Ali Manisalı Rıfat, Çoban Mehmet’ten başka Mülayim,
Cemal, Çoban Mahmut, Molla Mehmet, Şumnulu Arif gibi rakipler ile karşılaştım.
Bunla arasında 1929’dan 1933’e kadar birçok güreşler yaptım ve kendimi
ezdirmedim.
1936’da Eminönü Halk Evi Başpehlivanlık güreşi tertip etti. Burada 1935’in baş
pehlivanı Kara Ali’yi Mülayimi, Afyonlu Süleyman’ı Arif’i yenerek başpehlivanlık
kemerini aldım. Taksimde üst üste üç yıl tekrarlanan bu güreşleri daima
kazandım.
Büyük Atatürk başarılarıma alaka gösterdi. Beni Çoban Mehmet ve Büyük Mustafa
ile Florya’ya çağırarak güreştirdi. Bizi iltifatları ve bahşişleriyle
sevindirdi.
1938 kışında, organizatör Asım Rıdvan ile Paris’e gittim. Önce derecemin
anlaşılması için hususi kulüplerde elli pehlivan ile güreştim. Bir hafta içinde
ve geceleri oldu. Karşıma çıkanları en çok on dakikada yendim.
Sonra Finlandiyalı, Bulgar ve Fransız olmak üzere dört tanınmış pehlivan ile
otuz bin seyirci önünde karşılaştım. Dördünü de beşer dakikada yere
vurdum.
Bunu üzerine organizatör Raul Paul beni odasına çağırdı. Fransız şampiyonu Deglen
ile yapacağım üç maçı kaybedersem on bin Türk lirası vereceğini söyledi. [ 1938’de göreve
yeni başlayan bir öğretmenin maaşı
50 Tl dir. Hüseyin Pehlivana
teklif edilen rüşvet 200
öğretmen maaşına eşittir.
Bugün göreve yeni başlayan
bir öğretmenin maaşı 6354 Tl olduğuna göre
demek ki 6354 x 200 = 1.270.800 Tl rüşvet
teklif etmişler bugünün
parasıyla ]
Damarlarımdaki Türk kanı buna asla müsaade etmedi. Yabancı bir memlekette baş
pehlivan sıfatıyla temsil etmekte bulunduğum şerefi her şeyin üstünde
olduğundan bu şeref için almak değil her şeyimi vermeğe her an hazır olduğumdan
teklifi derhal reddettim. Mertçe karşılaşmama imkan verilmedi. Memleketime
döndüm.
1939 Kırkpınar güreşlerinde Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü tarafından Kurt
Dereli Mehmet pehlivan adına altın bir kemer ortaya kondu. Bu kemer üst üste üç
yıl baş pehlivanlığı muhafaza edenin olacaktı. Azmim ve kuvvetim ile bunda da
muvaffak oldum ve kemeri aldım. 1942 Kırkpınar güreşlerinde Babaeskili İbrahim
baş pehlivan ilan edildi ise de sonra onu birkaç kere yendim. Bilhassa Afyonda
bir dakikada sırtını yere getirdim.
Şimdi otuz sekiz yaşındayım. Yüz on
kiloyum. Boyum 178 ensem 52 santimdir. Kuvvetimden hiçbir şey kaybetmedim.
Karşıma çıkacak her pehlivanı yenmeğe hazırım. Baş pehlivan oluncaya dek en
büyük rakibim Mülayim idi. Onunla belki elli güreş yaptım. Önce çorluda yendim
sonra karşımda dayanamadı.
Baş pehlivan oluncaya kadar hiçbir resmi ve hususi yardım görmedim. Türkiye’ye
gelince yuvamı sevdiğim Tekirdağ’da kurup geliştirdiğim için kendimi Tekirdağlı
olarak tanıttım.
Pehlivanlıkta esas kuvvet ve akıldır. İnsanın akılsızı pehlivan olur sözü bu
sporu sevmeyenlerin uydurmasıdır ve yanlıştır. Bütün sporcular gibi ben de
sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü
büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır.
Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Diğer
pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm
geniştir.
Yaptığım asıl güreş serbest güreştir. Devletçe ehemmiyet verilen alafranga,
halkın sevdiği yağlı güreşlerdir.
Yenilerden Yaşar Doğu’yu ve Celal Atik’i beğeniyorum. Yağlıda Babaeskililer;
Sındırgılı Şerif, Karacabeyli Hayati, Lüleburgazlı Ali ve Ahmet, Hayrabolulu
Süleyman, Manisalı Halil aynı ayardadırlar. Şimdi İngiltere’ye ve Amerika’ya
gitmek, Türkün malum kuvvetini onlara da göstermek istiyorum…''
1933-1942 Yılları arasında dokuz kez Kırkpınar şampiyonu olan ve altın
kemeri bileğinin hakkıyla
kazanan Tekirdağlı Hüseyin
pehlivan 10 Şubat 1982’de Hakkın
rahmetine kavuştu. Allah
rahmet eylesin. Makamı
cennet olsun inşallah.