‘‘Dokunmak acıtan yarayı sağaltır mı?
Daha da acıtır mı yoksa
İsterdim yine de bir kez olsun
Ellerin dolaşsın saçlarımda
İsterdim nasıl da kucaklamayı
Şimdi tüyden hafif bedenini
Mutsuzluk ne zaman yoluna çıkarsa
Şiirim korusun seni…’’(A. Behramoğlu)
Tünediğimdi bulutun ulvi beyazlığı ve
sözcükler döküyordum tenimden sakince yaşadığım zamanların hayalini kuruyordum
ve kuruyordum saati sabahın körüne.
Kördü gözlerim
Bakıp da göremediğim sen
Ve nice yemin ettiğim
Düşlerimi gömüp de kovduğum
penceremden
Bir yıldız misali çakan gözlerimde
Aşkın ve sevginin bin bir hali
Hüzündü kesat olan
Aşksa bir kesit
İçerlediğim yalnızlığın büyüsüne
kapıldığım
İlk gençlik yıllarım ve henüz inşa
etmediğim kalın duvarlarım
Çöreklendikçe içime hüzün ve evham
Arkasından su dökmeyi unuttuğum
Vedanın da taslağında saklıydı ruhum
Edası yitik bir gün gibi güleç
yüzümden
Düşen binlerce parça oysaki öyle
miydi öncesinde?
Yüzümde açan güllerden ördüğüm devasa
tacın
Her pırıltısına eşlik eden
sevdiklerim
Kaybolmaların öncesinde bilemediğim:
Kaybolan aslında bendim ben,
sevdiklerimin
Gözünden düşen bir damla yaş gibi
Meali ayrılık olan
Meramı elbet Yaratanda saklı
Mecazi bir firarsa içimden taşan
Dalgalarsa boyumu aşan
Divane bir rüzgâr süpürdükçe yeri
göğü
Talan edilmiş ruhum ve efkârım
Yittikçe bir şeyler ve birileri
Yatıya kalacağını bilemedim de
yalnızlığın
Bir mintansa şiir
Tümlenen bedenim ve kefil olduğum
ömür
Kâfi derecede kanadıktan sonra
Kaybolmaya çeyrek kala
Kalan aklımı da peynirle şiirle
yediğim
Yedieminde unutulmuş bir mal gibi
Hesabı kitabı bitmeyen o defteri
kebiri
Ben mi tutmuştum sahi bir ömrün
hesabını?