Düşlerim tekin değil bu aralar,
sevgili Kafka: tıpkı senin de vurguladığın üzere ne de olsa düşlerde tekin
olmadığını söyleyen ilk sendin.
Gecelerin ayracı ve de:
İklimde saklı bulantı gibi yüreğin de
buhranını ekledin mi ve elimde olmadan kayıp gidenler yine elimden asla elimine
edemediğim insan kayıpları yoksa ayıpları mı demeliydim?
Mahmuzladığım hangi duygum yok ki
beni benden alan ve içimde geçmek bilmeyen o sıkıntı.
Aşüfte rüzgâr pek bir temkinli. Az
evvel uyandım ve balkon kapısını açtım yekten derken kapılar çarptı yüzüme ve
anladım ki kapıları kapatan ve çarpan yine benim kendi yüzüme.
Yüz bulduğum hiçbir insan yok,
sevgili Kafka senden başka hatta annem bile ve ben özellikle onu öylesine
üzüyorum ki-üzüyormuşum meğer geçen gün rahatsızlandığında dank etti kafama
ansızın.
Arz edeceğim bir hayalim de yok artık
ve düşlerim karabasan misali üstüme çöken o karanlık ve uğultu yok mu üstelik
gecenin kaçı olursa olsun karşı bahçedeki kilisenin çanları aralıksız çalıyor
ne de olsa Paskalyaları.
Çocukluğumda tanıdığım ve beni benden
çok seven rahmetli Gayri Müslim komşularımız ve ben onlardan öğrendim insan
ayrımının olmayacağını çünkü bizim ortak bir dilimiz vardı: elbet sevgi ve
insanlık.
Nadasa aldığım çok duygu var, Kafka.
Yüreğime ektiğim nicesi ve de.
Kaybolmaya yüz tutmuş gün ışığı ve
yüzü solan güneş.
Günyüzü görmek ne demek ki yeter ki
karanlık olmasın insanın içi ve de doğası ve ben özellikle son zamanlarda
öylesine karanlık insanlar tanıdım ki: üstelik Allah’ın dillerinden düşürmeyen
ve yürekten yüreğe yolculuk yaptığımıza inandıklarım zaten başıma ne gelirse
hep alıklığımdan geliyor.
İnsanların şifresi olduğunu asla
kabul etmiyorum ve onları gördüğüm gibi biliyor yüreğime sokuyorum sonra da tüm
kalp damarlarım tıkanıyor: ya anjiyo olmalı duygularım ya da o karanlık insan
hayallerini hayatımdan çıkarmalıyım ama olmuyor: ben bunu yapamıyorum ve ben
neyi/kimi görürsem göreyim aslında görmek istediğim gibi algılayıp
konumlandırıyorum yüreğimde.
Melekler ve iç sesim ise sürekli
konum atıyor bana:
‘’Dikkat et. SOS.’’
Bense sadece; ‘’susun’’ diyorum ve
yüreğime söz dinletemiyorum üstelik kim olursa olsun; yaşı ya da cinsiyeti ya
da konumu çünkü ben kuşdilinden değil yürek dilinden besleniyorum ve elimi
bırakmayacağını söyleyen bir dünya dolusu insan, sevgili Kafka:
Ellerim çatlamış.
Ellerim bomboş.
Hatta ellerim kanlı çünkü kendimi
kanatmayı çok iyi beceriyorum insan soyuna güvendiğim kandığım kadar da
rahmetle anıyorum hep de beni terk edip giden gerçek ve kadim dostlarımı.
Sevecen bir iklime uyandığım günler
evvel…
Mayıs ayı tebessüm ederken bulutları
yarıp da…
Yollara düştüğüm.
Sonra taşa tutulduğum.
Taş kesilen sözcükler ve taş kesilen
insanlar: Allah biliyor her şeyi herkesi olduğu gibi görüp de ben kalbimi
aldığımda ise beni uyarıyor evren ama ben yelteniyorum dahi değil yanıldığımı
düşündüğüm…
Ruhun manivelası.
Sözcüklerin de kukuletası.
Sakalım yok ki lafımı dinlesinler.
Başımda da uçuşan kavak yelleri ama
bildiğiniz gibi değil ben sadece ya kavak ağacına tırmanıyorum ya da ağacın
tepesinden düşüp Newton’un başına düşen elma misali yerçekimini değil sadece
sevgi çekimini hissediyorum ve hep seviyorum da insanları şaşı gözlerle ise
kendimin arkasından baka kalıyorum ya da bakaya kalmış bir emir eri gibi
sürekli emir yağdırıyorum kalbime hatta tüm organlarıma.
Yekten yere serildiğim, Kafka.
Boynumun borcu madem duraksamadan
sevmek…
Sonra tepelere tırmandığım elbet içim
içime sığmazken ben de yere göğe sığmazken engel olamadığım coşkumla illa ki
randıman almalıyım hayattan ve sevmediğim gün benim için harcanmış bir gün ve
söz madem dönüp dolaşıp sevgiye geldi; sevdiğim kadar sevildiğime de hep emin
olduğum ömrün şu son çeyreğinde yaşadıklarım yok mu?
İlla ki hayal kırıklığı ve zaman
israfı.
Sürgülediğim kapı ya da yüzüme
kapanan kapılar ve hoyrat rüzgârın da benimle ne alıp veremediği varsa artık…
Latife etmeyi çok isterdim, Kafka ve
dün gece düşümde gördüklerin sadece karanlıktan ve sessizlikten ibaret de değil
peşime düşen birilerinin varlığından kaçtığım kadar da kendimden kaçtığım
akabinde kendimi kovaladığım elbet elimden düşmeyen dua kitabı sayesinde zar
zor da olsa atlattım dünü ve evvelsi günü.
Sözcüklerimi nadasa aldığım o uzun ve
sıkıcı yıllar.
Evde miskince oturduğum ve çile çile
yünle çile doldurduğum ve yazmaya başlamanın ertesinde ördüğüm onlarca metre
kilimi ve örtüyü nasıl da coşkyla çöpe atmışken ve Kafka sanma ki durduk yere
yazıyorum ve içimde biriken bu duygu seliyle ben kim bilir kaç yüz yıl yaşamayı
dilerdim de yüzlerce milyon da cümle ve deneme ve şiir yazardım eğer ki ömrüm
birkaç asra denk gelse.
Yalnızlığımı beyit beyit örerken.
Haşmetli sevgimi de insanlara oluk
gibi akıtıp yüreğimi bölerken.
Nazenin bir esintiyim aslında ben.
Nadide bir de…
Yok, yok, o kadar da abartmayayım
sadece bir ömür binlerce defa yarı yolda kalmış bir faniyim bir o kadar da akla
zararım hani ve hadi, gel desem ve uzat elini, desem… Biliyorum da elini
uzattığını oradan ve sana malum olduğuna yürekten inanıyorum ve de senin
yazdıklarını okurken bil ki ben de sana d/okunuyorum Kafka hiç kimseye
d/okunamadığım kadar bu bağlamda beni affet ve mazur gör ama bil ki; ben de
huzursuz bir ruhum bu zamanın bu asrın çöplüğünde öten bir horoz olmayı da asla
istemedim istemezdim de…