KERBELA KATLİAMI NİÇİN  OLDU?  KERBELA’DAN  SONRA  NELER  YAŞANDI?---8. BÖLÜM--

Hz.  Muhammed  8  Haziran  632  Tarihinde  öğle  üzeri ( veya  öğleden  hemen  sonra)  hayata  gözlerini  yummuştu. Onun  hayata  gözlerini  yumması  üzerine  de  akıl  almaz  olaylar  başladı.

Öncelikle  Hz. Muhammed’in  naaşını  kim  yıkayacak  onu  kim  defnedecekti?

Hz.  Ebubekir  bu  konuya  en  layık  olanların  elbette  ki  onun  ailesi  olduğunu  söyledi.  Böylece  Peygamberimizin gusül  ve  defin  işlerinin  Hz.  Ali , Hz. Abbas,  Hz. Abbas’ın  oğulları Fadl  ve  Kuse  ile Peygamberimizin azatlı  kölesi  Salih,  Şukran  ve  son  olarak Bizans  ile  savaşması  için  ordu  komutanlığına  getirdiği  Üsame  bin  Zeyd  tarafından  gerçekleştirilmesine  karar  verildi.

Ancak  bu  tartışmadan  çok  daha  önemli  bir  gelişme  daha yaşandı  henüz  Peygamberimizin  cenaze  namazı  bile  kılınmadan, yani  toprağa  verilmeden  önce.

Hz. Ali  ve yukarıda isimlerini  saydığım  sahabe Peygamberimizin, defin  işleri ile uğraşırken Muhacir'den Mugîre b. Şû'be, Hz. Ömer'e  gelip, "Ensâr Sakife'de toplandı. Kendi kendilerine bir şeye karar verirlerse, aramızda savaş çıkar" deyince, Hz. Ömer, Ebû Bekir  ve  Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı alıp Sakife'ye vardılar. Ensâr neredeyse Sa'd b. Übade'ye bîat edecekti.

Sakife,  Medine  yakınlarında,  Hz.  Muhammed’in  bazen  dinlendiği  bir  hurmalıktı. İşte  burada müthiş  bir  kargaşa  yaşandı.  Öyle ki Sa’d bin Ubade  - oldukça  hasta  olmasına  rağmen-  Hz.  Ömer’in  sakallarını  çekti.  Kılıçlar  kından  sıyrıldı.  Ebu  Ubade  ayaklar  altında  çiğnenme  tehlikesi  geçirdi.

Sa’d bin  Ubade  daha  sonra  ‘’ Madem  öyle  bir  sizden ( Muhacirden )  bir  bizden ( Ensardan )  Halife seçelim’’  Derse  de  bu  teklifi  kabul  edilmedi  ve  en  sonunda  Hz.  Ömer’in  bir  hutbesi  ve ‘’ Bir  kına iki  kılıç  birden girmez. Sizden  bir  halifeye  Araplar biat etmezler’’  Demesi  ve  Hz.  Ebubekir’in  halife  olmasını  teklif  etmesi  üzerine  Sakife’de  bulunanlardan Sa’d  bin  Ubade  dışındakiler Hz. Ebubekir’e  biat  ettiler.

Ancak  elbette  ki  bu  biat  yeterli  değildi. Medine  halkının  da  biat  etmesi  gerekmekteydi.

Şii  kaynaklarına  göre Medine  halkının  biatını  da  o  sırada  Medine’ye  alış veriş  için  gelmiş  olan  Benî Eslem kabilesi  gerçekleştirir.  Muhacirler Beni  Eslem  kabilesine ‘’ Eğer  Hz.  Ebubekir  için  biat  alırsanız  ihtiyacınız  olan  her  şeyi  size  bedava  vereceğiz.’’  Demişler,  Benî Eslem  Kabilesi  de  bu  vaad  üzerine  kimini  korkutarak,  kimini  döve  döve  zorla,  kimini  de ikna  ederek  Medine  halkından,  Hz.  Ebubekir  için  biat  almışlardır. Yani  Evs, Hazreç  ve  daha  nice  Ensar  kabilesi  tek  bir kabile ve  sadece alış  veriş  için  Medine’ye  gelmiş  olan Benî  Eslem  Kabilesinden  korkmuştur(!) Hem de Benî Eslem  Kabilesi  deplasmanda,  kendileri  kendi  sahalarında  olduğu  halde (!)

Ancak  bu  korkma  olayı(!)  sadece  Medineli  Müslümanlarla sınırlı  değildir  Şiilere  göre.  ‘’ Allah’ın  Aslanı ‘’  dedikleri  Hz.  Ali de  korkmuştur(!)

Evet... Herkesten  biat  alınmış  ancak  kendisi  Sakife’ye  davet  edilmediği  ve  halifeliğin  bir  oldu  bitti  ile  Hz. Ebubekir’e  verilmesi  sebebiyle  oldukça  kırgın  ve  kızgın olan  Hz. Ali  henüz biat  etmemiştir  Benî  Teymime  kabilesinden  Hz.  Ebubekir’e...  O  biat  etmediği  için  Haşimiler  de  biat  etmemektedir. Haşimiler  biat  etmeyince  de biat  olayı  sakattır.

Bu arada Haşimiler  Hz.  Ali’nin  evine  gidip  ‘’  Gel  sana  biat edelim’’  Demektedirler  ve  çok  şaşılacak  bir  husus  olmak üzere  Ebu  Süfyan  da  Hz.  Ali’ye gidip  ‘’  Gel  seni  Halife  yapalım.  Sana  biat  edelim.’’  Diyenler  arasındadır.

Peki  Hz.  Ali  onlara  ne  cevap  verir? 

Maalesef  bu  konu  muallakta. En  azından benim  için  muallakta  zira  bir  kayıt  bulamadım.

Şimdi  gerim  gerim  gerileceğimiz  bir  noktadayız  çok  dikkat !

Sadece  Şii  değil  Sünni  kaynaklarında  bile  olan  iki  olaydan  bahsedeceğim  ki  benim  için  akıl  almaz  olaylardır.

1- Hz.  Peygamberin  naaşı  daha  ortadayken  kızı  Hz.  Fatıma  Hz.  Ebubekir’in  halife  olduğunu  öğrenir  öğrenmez  onun  huzuruna  gider  ve  ‘’  Babamın  mirası  olan  Fedek  Hurmalığını  istiyorum’’  der. Hz.  Ebubekir  ise  ‘’  Vallahi  ben  Resulullah’ın  bizzat  kendisinden ‘’ peygamberler  miras  bırakmazlar  dediğini  duydum.’’ Der ve  bu  isteği  geri  çevirir.

Peki  böyle  bir  davranış  bir  peygamber kızına  yakışan bir  davranış  mıdır?  Hz.  Fatıma  gibi dünya  nimetlerine hiç  bir  zaman  eyvallah  etmemiş  bir  insanın  öncelikli  olarak  ‘’  bu yaz  sıcağında  Resulullahın  naaşı  kokacak  neredeyse.  Önce  şu  defni  halledin.’’  Demesi  gerekirken  bir  hurmalığın  peşine  düşmesi  akıl  alacak  iş  midir?  Bana  göre  değildir ama  kaynaklar  öyle  diyor.

2- Hz.  Ebubekir,  Hz.  Ali’nin  biat  konusunda  geciktiğini  görünce  Hz.  Ömer’i  onun  evine  gönderir. Hz.  Ali’ye  önce  Hz.  Ebubekir’e  biat  etmesi  konusunda  nasihat  eder.  Lakin  Hz.  Fatıma  öylesine  itiraz  etmektedir  ki  Hz.  Ali  ağzını  açıp  tek  laf  edememektedir.  Bunun  üzerine Hz.  Ömer, Hz.  Fatıma’ya  vurmaya  başlar.  Öylesine  yumruklar  tekmeler  atar  ki  hamile  olan  Hz.  Fatma  karnındaki  çocuğu  düşürür.

Peki  Allah’ın  Aslanı  ne  yapmaktadır  bu  sırada?  Korkusundan  donmuş  vaziyette  olayı  seyretmektedir.

Yahu Allah  aşkına  ben  bile  bu  topal  bacağımla  eşime  biri  böyle  bir  şey yapacak  olsa  ölürüm  yine  de  karşılık  veririm.  Hz.  Ali’nin  korktuğunu hiç  bir  şey  yapamadığını  söylemek  nasıl  bir  saçmalıktır?

Ama  dahası  da  var:

Hz.  Ali,  çok  daha  sonraları  kızı  Ümmügülsüm’ü  Hz.  Ömer’e  eş  olarak  verirken  yine  ondan  korkmuştur(!) [ Şiiler  bu  olayı  öylesine  bir  utanç  olarak  görürler  ki  Hz.  Ömer’in  aslında  Ümügülsüm  ile  değil  bir  cin  ile  evlendiğini  bile  iddia  ederler.]

Peki  Hz.  Ali’nin, Hz. Fatma  öldükten  sonra  evlendiği  hanımlarından  olan  çocuklarına  Ebubekir  ve  Ömer  isimlerini  koymasına ne  diyeceğiz? Her halde  Hz.  Ebubekir  ve  Ömer  ‘’ Çocuklarına  bizim  adlarımızı  koyacaksın.’’  Diye  tehdit  etmediler  onu.

Ancak  bir  başka  husus  daha  vardır:  Eşi  Fatıma  dövülür  ve karnındaki  çocuğu  düşürürken (!)  Hz.  Ömer’den  korkan, (!) -ileride- kızı  Ümmügülsüm’ü  Hz.  Ömer’e  eş  olarak  veren  Hz.  Ali, eşi  Hz.  Fatıma  ölünceye  kadar altı  ay boyunca Hz.  Ebubekir’e  biat  etmeyecek  kadar  cesurdur.  İşte  bu çelişkiyi   anlamakta  da  zorlanırım  hep.

Peki  Hz.  Ali  kendisinin  halife  seçilmemesi  sebebiyle  bir  kırgınlık  ve  küskünlük  yaşamış  mıdır?

Şiilerin,  Kur’an-ı  Kerimden  sonra  en  çok  itibar  ettikleri  Nehc’ül  Belağa  adlı  kitaba göre  evet...  Hem  de  fazlasıyla...        [ Şiilere  göre  Nehcü’l  Belağa  Hz.  Ali’nin  hutbelerini,   mektuplarını,  öğütlerini, güzel  sözlerini  ihtiva  eden bir  eserdir. Yazılanlar  doğrudan  doğruya Hz.  Ali’nin  söz  ve  yazılarıdır. Sünniler de büyük  bir  çoğunlukla bu kitabın muteber  bir  kitap  olduğunu kabul  ederler. Sünniler  için  Kütüb-ü  Sitte ( Altı  hadis  kitabı) neyse Şiiler  için de  Nehcü’l Belağa  odur.]

Evet... Nehcü’l  Belağaya  göre  Hz.  Ali kendisinin halife  seçilememesinden  dolayı  kırgın ve  kızgındır.  Ama  aynı  zamanda  bu  seçimin ( Gerek  Hz.  Ebubekir  gerekse  ondan  sonra  gelen  Hz.  Ömer ve Osman’ın halife olarak seçiminin)  meşru  yani  şeriata  uygun  olduğunu  söylemektedir.

Önce  kırgınlığı  ve  kızgınlığını  nasıl  ifade  etmiş  ona  bakalım.

‘’Andolsun Allah’a ki halife ( Ebubekir), onu( halifeliği ) bir gömlek gibi giyindi, oysa o daha iyi bilirdi, ben hilafete nispetle değirmen taşı gibiydim; hilafet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilafetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm: Kesilmiş elimle hamle mi edeyim? Yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.

Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirasımın yağmalandığını görüyordum.’’

Evet  bunları  söyleyen  Hz.  Ali  yine  Nec’ül  Belağa’ya  göre  Muaviye’ye  yazdığı  mektupta( Altıncı  Mektup) Hz. Ebubekir,  Hz. Ömer  ve  Hz.  Osman’ın  halifeliklerinin meşru  olduğunu  şöyle  dile  getiriyordu:   ‘’ Şüphesiz Ebu Bekir’e, Ömer’e ve Osman’a biat edenler, onlara biat ettikleri şekilde bana da biat ettiler. Orada bulunanların ( Sakife  çadırından  bahsediyor) başkasını seçme hakkı olmadığı gibi, bulunmayanların da reddetme hakkı yoktur. Şura, ancak Muhacirler’e ve Ensar’a aittir; onlar toplanıp birisine uyar ve imam olarak nitelendirirse, bu Allah’ın da hoşnut olduğu bir iştir. Kim onların hükümetine razı olmayıp, kınayarak veya bidate uyarak onların işlerini terk ederse, onu geri çevirirler. Kabul etmezse, müminlerin yoluna tabi olmadığı için onunla savaşırlar ve döndüğü şeyin vebalini de Allah, onun boynuna yükler.”

Yani  Özetle  Hz.  Ali  her  ne  kadar  halifeliğe  en  layık  olanın  kendisi  olduğunu  düşünse  de çoğunluğun kararına  uymanın  şeriatın  bir  gereği  olduğunu söylüyor. ‘’ Halifelik bana  bizzat  Allah’ın  ayetleriyle  ve Hz. Muhammed  tarafından  verilmiş  bir  haktı.’’  Diye  bir  ifadesi  yok.

Evet... Hz.  Ebubekir  632-634  Yılları  arasında  sadece  iki  sene  halifelik  yaptı.. Bu  süre  içinde  onun daha  çok  yalancı  peygamberler  ve zekat  vermemek,  sabah  ve  yatsı  namazları  gibi  namazları  kendi  kafalarına  göre  kaldıran  İslamdan  dönenlerle  savaştığını  görmekteyiz.  Bir  de  Kur’an-ı  Kerim  ilk  kez  onun  zamanında  toplatılıp  bir  kitap  haline  getirildi. 634  Yılında  Peygamberimiz  gibi  63  yaşında  öldü.  Dört  Halife  içinde  yatağında  ölen  tek  halifeydi.

Hz. Ömer  634- 644  Yılları arasında  on  sene  halifelik  yaptı.  Onun  döneminde  İslam  Devleti’nin sınırları  Arabistan  dışına  taştı.  Devlet kurumlarının  pek  çoğu  onun  zamanında  kuruldu. Yani  Peygamberimiz  ve  Hz. Ebubekir  döneminde  İslam  Topluluğu  olan  bir  topluluk  artık  bir  devlet  olmuştu  Hz.  Ömer  zamanında.

28  Ekim 644’de  Firuz  adlı  Mecusi  bir  köle  tarafından( Ebu Lu’le olarak da  bilinir) Mescid-i  Nebevi’de  sabah  namazı  esnasında sırtından  hançerlendi  ve  üç  gün  sonra  31 Ekim  644’de  öldü.

Firuz Hz.  Ömer’i  katlettikten  sonra  kaçmaya  çalışırken  13 sahabeyi daha  yaraladıysa  da  yakalanacağını  anlayınca  intihar  etti.  Bugün  İran’da  Kaşan’dan  Fins’e  giden  yol  üzerinde muhteşem mimari  özelliklere  sahip  bir  türbede  yatmaktadır. ( Cesedi Medine’den İran’a  nasıl  gitti?  O  türbe  bir  sembolik  türbe  midir bilmiyorum.)   ve bu  türbe Şiiler  tarafından  oldukça  kıymet  verilen  bir  türbedir.  Her gün  binlerce  Şii  tarafından  ziyeret  edilir. Bu arada  Hz.  Ömer’in  şehit  edildiği  9  Rebiülevvel,  Şii  ve  Nusayriler  tarafından bayram  olarak  kutlanır.

644  Yılında Hz.  Osman  halife  oldu.

Hz.  Osman  dönemini  de  uzun  uzun  anlatmayacağım  ancak  bilindiği  gibi  o  da  öldürülmüştür  ve  onun  şehit  edilmesi,  ileride  Hz.  Ali’nin şehit  edilmesi  ile  oldukça  bağlantılı  olduğu  için  Hz.  Osman’ın  öldürülmesine biraz  geniş  yer  vereceğim

Gelecek  bölümde  inşallah. 
( Kerbela Katliamı Niçin Oldu? Kerbela’dan Sonra Neler Yaşandı?---8. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 19.08.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu