Serin bir ağustos sabahına uyandım. Telefonun alarmı çalar çalmaz kalkarım zaten tavşan gibi. Sıcaktan bunalmış ter içinde uyanmadığıma şaşırdım zaten. Hava bulutlu ve serindi. Salona bir geçtim,  eşimin yeğeni gelmişti geçenlerde bizde kalmaya. Kanepenin üzerinde uyuya kalmış. Yerine yatmasını söyledim.

Kahvaltı yapacaktım. Genelde eşimi ve kimseyi sabah uyandırmayı sevmem. Sabahlar bana özeldir. Kendim uyanırım, sabah sessizliği içinde özgür olarak kahvaltımı yapar, sabah serinliğini koklarım. İlahi bir mesaj gelir sanki gökyüzünden. Bakarım serin gökyüzüne. Dünyada sadece bir tek ben varmışım gibi huzur bulurum sabahları. Kendimi dinlerim, derdi tasası nedir diye. Sonra kendime güzel bir kahvaltı hazırlarım. Sonra kendimi buyur ederim…

Buzdolabına bir baktım ki zeytin, peynir hiçbir şey kalmamış. Sonra derim ki;

‘’İyi ki dünyada sadece ben yaşamıyorum.’’

Üzerimi giyinip markete gittim. Yaz günü o kadar güzel bir hava vardı ki dışarıda. Eski günlerim aklıma geldi. Liseden mezun olduğumda dedemin evinde, aynı böyle serin bir yaz günü sabah erkenden sadece ben uyanırım, kahvaltımı yapar, kütüphanemin yolunu tutardım. Öğlen yemeğine kadar kitap kokuları içinde bilgi denizinde yüzerdim serin serin.

İki poşet nevale 198 lira tuttu. Marketten çıkarken moralim bozuldu yalan yok. İki kilo zeytin, bir parça peynir, iki kilo yoğurt… Olsun dedim yaşıyoruz (!) ya.

Gökyüzüne bakıp eskileri düşüne düşüne moralimi yeniden düzelttim. Eve geldiğimde içeri girmeden bahçede biraz oturmak istedim. Dairenin lojmanında oturduğum için, şimdi birileri gelmeden sessizce oturayım demeden işçilerden Dursun abi geldi beş dakika sonra. Selam verip içeriye girdi çayı koymaya. Ben kamelyada oturmuş önümde market poşetleri, kafa dinlemeye devam ederken, yeni başlayan memur arkadaş geldi bu kez de. Genç çocuk daha. Selam verip yanıma oturdu.

-Evi ne yaptın tuttun mu? Eşya falan aldın mı? Dedim.

-Abi bizimkiler geldi, temizlik yapıyorlar. Eşyaları daha almadım. Spotçudan alacam abi.

Dedi.

Çocuk benim ilk görev yaptığım ilçeden geliyor. Konuştuk. O zamanlar daha kısa pantolonla gezen bir çocuktu. Şimdi memur oldu benim çalıştığım yere tayini çıktı. Zamanın ne çabuk geçtiğini bir kere daha anladım. Yaşlanıyor ve yıllar geçtikçe büyüyorduk. Dokuz on yaşındaki bir çocuk büyüyüp yanıma memur olarak geliyor. Benim ise bedenim belki yaşlanıyor… İçimde zamanı durdurdum yıllardan beri. Hala lise ile üniversite arasında geçen, masal gibi gençliğimin yılları duruyor gönül müzemin içinde. Zenginlik yok, öyle aşırı para pul yok, şatafat yok… Kendimi arayıp keşfettiğim yıllarım. Düşüncelerim, yazılarım, sevmelerim, nefret etmelerim…

Yalnız bütün bunlar içinde bocalarken, hayatımı şekillendirmem konusunda fena halde dibe vurmuşum. Gençliğimin getirdiği iflah olmaz sarhoşluğu içerisinde, düşüncelerimin okyanusunda bir keşif gemisi içerisinde iken; gerçek hayattaki görevlerimi askıya almışım ve hatta unutup gitmişim. Olmam gereken hayatı düşünüp tasarlamışım ama iş eyleme geçeceği sıra orada çok büyük yanlışlar ve hatalar yapmışım.

Tabi ki bütün bunlar her şey olup bitince fark ediliyor. Bir bakıyorsun o kadar çok uzaklaşmışın ki, bazı şeyler önemini yitirmiş gibi duruyor. Etrafındaki insanlar ölüyor, yeni yeni insanlar doğuyor. O gezdiğin sokaklar değişmiş. Evler yıkılmış, yollar yeniden yapılmış…

Yıllar sonra ara sıra doğduğum eve giderim. Beni çardakta karşılayan babaannem yoktur. Elleri ile çiçekler diktiği bahçemiz viran olmuştur. Dedem yataktadır, babamın kimsesi kalmamıştır etrafında. Velhasıl evimiz yavaş yavaş ölmektedir. Belki de çoktan ölmüştür.

İçim öylesine dolar ki, ağlamak isterim ama ağlayamam. Sadece özlerim, özlemlerim sel olur, çığ olur akar… Bir parça huzur için giderim sevdiklerimin mezarına. Yemyeşil bir mezarlık karşılar beni, tıpkı rahmetli babaannemin gözleri gibi. Hava serin ve bulutludur. Benim bütün serin ve bulutlu sabahlarım gibi… Serin ve bulutlu bir ağustos sabahı gibi.

 

                                                                                                                 Mehmet ÇİFTCİ

                                                                                                                 12 Ağustos 2022

( Bulutlu Ağustos Sabahı başlıklı yazı Mehmet ÇİFTCİ tarafından 19.08.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu