Amanın Kelle  Kelle Altını  Üstünü  Yelle

Ben çok ters bir adamımdır. Mesela 12 yaşına kadar ayakkabılarımı hep ters giyerdim. Bu yaşıma geldim hâlâ defalarca gitmiş olduğum bir semtte yolumu şaşırırım. Kesinlikle ve kesinlikle bir insana her hangi bir adresi tarif edemem. En vahimi: Bu yaşta hâlâ öğrenemedim sofrada çatal ve bıçak kullanmasını...Çatal neyse de özellikle bıçak...Bir de yemek kaşığı, tatlı kaşığı, çorba kaşığı arasındaki farkı hâlâ çözebilmiş değilim.
Yok yok o kadar da değil çay kaşığını tanıyorum.
Bilmem hâlâ durur mu İstanbul-Kartal’da, tren istasyonuna oldukça yakın bir restaurant vardı. Kesinlikle lokanta değildi, restauranttı .
Lokanta, yemeğin suyuna ekmek banabileceğiniz, çorbaya ekmek doğrayabileceğiniz, yemek yedikten sonra tabağınızı ekmeğinizle sıyırabileceğiniz ve en önemlisi ’ Hey garson! Bana bir kuru çek bakalım. ’ dediğinizde garsonun hemen koşturup size bol acılı kuruyu yanında soğanıyla birlikte ikram ettiği mekandır.
Lokantada ağzınızı rahatça şapırdatabilir, geğirebilir, dişlerinizde kalan yemek artıklarını serçe parmağınızın tırnağı ile midenize yollayabilir ya ya da ağzınızı bir metre açarak dişlerinizi kürdanla, olmazsa kibrit çöpüyle temizleyebilirdiniz.
Ayrıca Lokantalarda Vivaldi, Mozart, Bethoven, Şopen gibi müziğin m sinden anlamayan heriflerin değil, Ferdi Baba, Müslim Baba,Orhan Baba, İbo gibi müzik dahilerinin eserleri çalardı müzik setlerinde.
Biz hep lokantaya giderdik. Rahmetli babam yemek yemeyi çok seven bir adamdı lakin kazık yemeyi hiç sevmediğinden restauranta hiç gitmezdi ya o gün bonkörlüğü tutmuştu nasıl olduysa
Baba- oğul daldık restauranta....’Yav ne restaurantı bildiğin kelle paçacı işte’ diyorum ya o da değil. Tamam menü kelle paça lakin içerideki müşteri profili çok farklı. Daha kapıdan girer girmez palto, pardesü ve varsa şapkanızı vestiyere bırakıyorsunuz ( Vestiyer kelimesini de ilk kez duyuyor ve öğreniyorum orada. )
Neyse, oturduk masaya... Önce bir adam geldi boynunda papyonu, üzerinde kolalı gömleğiyle bizim lise müdüründen bile daha memura benziyordu. Bize kitap gibi bir şey verdi. ’ Haydaaaa buraya yemek yemeye mi geldik, kitap okumaya mı ?’ Babam şöyle bir baktı o adının sonradan menü olduğunu öğrendiğim kitaba
-Yav evlat bunlar hep gavurca yazılmış. Ben bir şey anlamadım. Sen bize iki tane kelle gönder.
Garson milletinin de şefi oluyormuş...O, bir el işareti yapınca hemen bir başka memur kılıklı geldi. O sadece garsonmuş...Şef, sade garsonun kulağına yavaşça:
- Kuzuretto dö la kelle ...Dö porsiyon Dedi. Ya da ona benzer bir şeyler.
İki dakika sonra nar gibi kızarmış iki adet kuzu kelle, sırıtkan çehreleriyle , dişlerinin tüm güzellikleriyle masamızdaydı..
Önce sağıma-soluma baktım. Hanımefendiler ve beyefendiler ellerinde çatal ve bıçakla kuzuretto dö la kelleleri o kadar zarif bir şekilde yiyorlardı ki anlatmak kabil değil. Mübareklerin dudakları bile kıpırdamıyor lakin nasıl beceriyorlarsa kelleyi yutuyorlardı. Daha da ilginci boyunlarına peçete bağladıkları finoları, şinşillaları, şivavaları da patilerine almış çatal bıçağı, onlar bile çatal - bıçakla yiyorlar kelleleri .Hay Allah millete rezil olacağız. Adamların itleri bile çatal- bıçak kullanmayı öğrenmiş.
Aldım çatalı sağ elime, bıçak da sol elde ( Yine karıştırmadım inşallah ) öylece bakınıyorum salak salak. Millete bakmaktan bu arada babama bakmayı unutmuştum. Babam yaaa babam benimmm. Aynen Erol Taş misali dalmış kelleye iki eliyle birlikte. Öce alt çeneyi üst çeneden ayırarak operasyona üstten başlamış. Kuzunun kafasının etini yiyor.
- Oğlum yesene yemeğini ne bakınıyorsun sağa sola...
- Ama baba sen çatal-bıçak kullanmıyorsun.
- Boş ver oğlum. Kelle işte böyle yenecek ki tadı çıksın Haydi dal...
Dalamadım. Çünkü babam yanılıyordu. Biz kelle yemiyorduk bir kere. Yediğimiz şey Kuzuretto dö la Kelleydi. Çok farklı bir şey...
Babam şappur şuppur şapırdatttıkça yavaş yavaş müşteriler bizim masaya bakar oldular. İçlerinden kalkanlar da oldu. Anladım milletin rahatsız olduğunu ama babam aldırmadı. O kendini lokantada sanıyor zahir. Bari ben kibar olayım dedim ve keserek yemek için kelleye çatalla ilk hamleyi yaptım. Kelle sağa kaçtı. Sağdan atağa kalktım. Bu sefer de sola kaçtı. Kaçmasına bozulmadım da pis pis sırıtıyor koyun oğlu koyun.
’Hımmm sorarım sana ben. Ulan bizim atalarımız koskoca kılıçları sallıyorlardı nice cenklerde. Ben bir bıçağı, çatalı mı saplayamayacaktım hain kuzunun kellesine?
Tam ortadan hücuma geçtim. Lakin namussuz kelle öylesine kıvrak ki sormayın. Kıvrak bir hareketle kendisini tabaktan dışarı attı. Tam karşımızdaki masada oturan bayanın kucağına... Hala pis pis sırıtıyor namussuz.
Babam yerinden kalktı ve gayet sakin bir şekilde o bayana:
- Oğlumun kellesini alabilir miyim?
- Kellesi kopsun o oğlunun e mi? Yemek yemeyi bilmiyorsunuz, Allah'ın kıroları ne gelirsiniz böyle nezih restaurantlara.
Babam genelde çok kavgacıdır. Ama O gün nedense huyu değişmişti adeta. Hiç ses etmedi. Kelleyi aldı ve masaya koydu. ’ Oğlum kelle işte böyle yenir ’ diyerek benim Kuzuretto dö la Kelleyi de mideye indirirken bana da bir kelle paça söyledi.
Ben seneler sonra öğrendim literatürümüzde ‘’ Balık, tavuk, kelle/ Bunlar yenir elle’’ Diye bir atasözümüz olduğunu.
&autoplay=1/?autoplay=1&mute=0" allow="autoplay" frameborder="0" allowfullscreen>
( Amanın Kelle Kelle Altını Üstünü Yelle başlıklı yazı Sami Biber tarafından 23.12.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu