Ölü bir ırktı aşk.
Şairin kıtlama yaptığı şahsına
münhasır bir v/eda ile sarıldığı s/onsuzluğa…
Oysaki çoktan kepenklerini indirmişti
evren ve işte gece vardiyasında saklı nidalar ve fısıltılar.
Şebeke sistemi çökmüş bir kere
yüreğin ve nazından niyazından ödün vermeyen savruk duygular…
Bir inilti göğün lekesi.
Bir ilinti adeta aşkla yolu kesişen
şairin kendine duyduğu öfkesi.
Marazi iklim meramı umut ve
yalnızlığın boyut değiştirdiği varsın olsun sefasını sürsün şair umudun,
veryansın edense tanrısal bir yalnızlık.
Şimdi ve yarın…
Ah, mikado çöpleri gibi dağınık şair
ve de giyinik duygular: mısralar kanamalı ve de hayat, şairin asla randıman
alamadığı aralıklarla b/ölünmüş.
Kızılca kıyamet kopan gecenin hüznüne
çaputlar b/ağlayan şairin sevdalandığı kalemi ve kalesinde yaşayıp giderken o
kale çoktan fethedilmedi mi…
İmtiyaz sahibi aşk.
İhbarı sıradan olmayan bir özlem.
İma ettiği değil aslında imha ettiği
ve işte yazarak düz duvara tırmanmanın nasıl da olası olduğunu gösteriyor şair.
Cılız sesi mutluluğun şair çoktan
çöreklendi hüznün gemisine ve kaptan köşkünde çalıp söylüyor yalnızlığın
şarkısını ve de bilinmezin tarhı kilitli yüreğin bir tabur dolusu duygu.
Her yeni gün yeniden doğmak mı?
Her gece ölüp de s/onsuzluğa kucak
açmak mı?
Hızına şair dahi yetişemezken bu ölü
öfkenin ve işte kalemi çimdikleri ayaz ve işte buz kesti kalemin ucu ve şairin
yüreği.
Kürediği bir lanet belki de atasından
yadigâr ve nazlı bir esinti içine ters esen rüzgârın çömelip da bağcıklarını
bağladığı bir araz.
Mevzu bahis olan neyse…
Meali bilinmeyen nice duygu ve
hasreti bitimsiz kalemin kanadığı her iklim ve doğduğu her şiir…
Kindar iblis ve müridi.
Kibar bir reverans ile eğilirken şair
yere düşmenin ertesi biliyor da ansızın savrulacağını ve artık s/avunacağı
hiçbir şey kalmadı.
Bir ikaz ise evrenin verdiği ve gözü
kapalı sevmenin imkânsızlığında şerh düşülesi her an her anı ve andan ırak
yarınlara kucak açansa devasa bir artı eksilse de şair artan hızı coşkunun ve
yarı zamanlı yaşama sevinci şairin.
Hazzın doruğunda ve sus payı bir
söylemde inadına içerken acıları…
İman gücüne binaen ermek hidayete
belki de sıradan bir olay çünkü şair sıra dışılığı ile hizmet vermekte şiirlere
ve sözcüklere.
Bir veryansın ansızın vuku bulan ve
reddi güç kabulü güç duygular eşiğinde s/alınan şair o b/eşik ki kulaklarında
hala ninniler ve büyümeden büyüttüğü iç sesi, şairin.
Kozasında geçerken hayatı illa ki tek
kozu sevgi.
Kordan heceler ve köhne lahitler ve
mendebur gölgeler…
İyi de şair aydınlık ve aydınlığa âşık
gerçi karanlıkta bulur yolunu ama içtiği kadar acıyı içerlediği kadar açamadığı
yüreği kolay kolay da izini süremediği bir gizi pay ederken yaşamanın hikmeti
ve şiirin meali elbet sıra dışı.
Parazit olan nice menfi duygu ölüm
gibi ya da ölme ihtimali ve işte günü kovalayıp geceye ermişken şair nasıl da
heyecanla ve coşkuyla bir parmak bal çalıyor içindeki yetim çocuğa ve gözleri
büyüyor öyle ki yerinden fırlayacakmışçasına da mest oluyor mekanı ise boşluk
ve mecazi bir ölümle diriliyor da.
Zıt kutuplar ve eksi hanede geçen
ömür.
Artısı atıl bir sevdanın hikâyesi.
Arz ettiğine denk düşmeyen talep ne
de olsa şair çoktan boş vermiş hayata da mutluluğa ve zor zapt ediyor içindeki
öfkeyi ve ölü kuşlar kanat çırpıyor gecenin karanlığında şair yazarak buluyor
yolunu ve bulmadı mı Rabbini?
Ah, şair, sen kimsin?
Kimdir ya da nedir öykündüğün?
Mizacında saklı o hüznü çok mu
seversin de her gün yazmanın hikmeti ile yâd ettiğin şüheda mazinde mi yaşarsın
illa ki?
Sen, şair, sen…
Bir çengel bulmacada süren hayatın ve
arşınladığın aşkın labirenti…
Bu denli seveceğine imkânsızlıkla
eşleşmişken yolun azıcık da kendini sevseydin ya ve şiar edindiğin sevgiyi
neden kendine sunmazsın?
Mevsimlerden ne mi?
Mealin hep mi hüzün?
Mizacın hep mi savruk ve tedirgin?
Saçını başını yolan rüzgâra
sevdalandığın yalan mı ve içine estiğin kadar hep mi uçarsın hep mi sekersin
bir daldan diğerine?
Coşkunla tutuşan yüreğin ve tutkun ve
yalnızlığın ve şiirlerin ve sen, şair…
Sencileyin bir aşksa içindeki girdap.
Mizacınsa şarap gibi yıllanmış
acılardan mütevellit…
Şakıyan yüreğin ve sevdan ve konduğun
göğün tentesinde zıplayan bir top gibi savrulduğun kıtalardan mı sökün eder
yoksa imkânsızlık?
İhbar ettiğinse aslında kendin ve kendin
olmanın acısıdır ve de zorluğu kimine göre ve hep de kim ne der, sorusunun
muhatabı iken kalemin de zirveye konduğu o kalede yaşadığın kadar yaşattığın
duygularını her kaleme aldığında bilir de evren senin asla sahipsiz olmadığını
ama sen bilmediğin kadar bilmezden gelenlere neden aldırış edersin?
Sen, şair…
Savunduğun değilsin avunduğun hiç
değil ve hiçlik makamında yerleşik coşkunla ve sevdanla unutma asla kendinden
kaçtığını asla da kovalama hicranını sadece kabullen ve onay ver evrenin sessiz
ç/ağrısına ve değişken mizacındaki kat izini takip et sonra da okşa içindeki
yetimin başını ve başa aldığın masalları terk et ve kucakla kendini sarıl ve de
avut içindeki çocuğu ve unutma asla yalnız olmadığını…
Sen ki; yazdığın kadar y/andığın…
Sen ki; azaldığını sanırken
çoğaldığın ve coştuğun…
Sen ki, şair; seken kör kurşunun
peşinden gitme sadece iç sesini ve Rabbini dinle ve savur ve boca et gözyaşını
ve g/izlendiğin mabedinden firar et ve bırak kendini hayatın akışına ve solsan
da asla ümidini yitirme çünkü sen…
Çünkü sen, mutluluğu hak edensin ve
mutlak doğrulardan kendine çizdiğin bu yoldan asla sapma varsın ara ara gir
tali yollara ama hedefini asla ıskalama ve unutma ve sarmalında hidayetin
sabrınla beklemeye devam et gerçi neyi beklediğini bilmezken sığındığın kadar
İlahi Adalete sırdaşın kaleminle konarken bir yürekten diğerine asla da göz
ardı etme sahip olduğun değerlerini ve değerli olduğunu asla unutma unutulsan
da tarafınca insanların umut ettiğin ve sevdiğin kadar güzelsin, şair uyruğun
acı buyruğu evrenin özlem olsa da…