Ölü bir imgeydi aşk oysaki
ölümsüzlüğe nazire ederdi bir zamanlar…
Evrenin kutsal yolculuğunda saklı
yeknesak nice duygu, aşkın hüküm sürdüğü bulutun tutuklusu yüreğime asılı
nidalar sıra dışı ve cebbar bir hüzünle yağdırırken rahmeti sözcüklerin bir bir
üzerine.
Yorgun bir yorgandım ben üstünü
örttüğüm ne çok duygu.
Meali ölüm olan bir iklimdi de sırdaş
sözcükler cumhuriyetinde kutsanmış sözcüklerin nüvesinde saklı hüzün kokan ve
körüklenen kök saldığım hayatın balta girmemiş şiirlerine sırnaşık bir yavru
serçe gibi uçuşan yüreğimden sökün eden kıvılcımların tutuşturduğu yangında
kurunun yanında yanan yaş gibi yas gibi…
Yaş aldığım ne ki üstüme alındığım
kadar yası?
Yasa addedilen bunca olumsuz duygu
kırbaçlarken kalemimi.
Ne sancağımdı dikili olan ne de
sefasını sürüyordum ömrün ve sedef varlığında aşkın noksan kılınmıştım ben bir
kere.
Kerrat cetvelinde çarpıştığım
sayılar.
Kıtlama yaptığım şiirler.
Kılı kırk yardığım yazarken.
Yazgıma razı olduğum bir kere…
Hımbıldı güneş ve metazori idi
yayılan sıcaklık bense buz kesmiş yüreğimle s/alınıyordum eşiğinde ölümün
içinde sallandığım beşiğin ateşe dönüştüğü…
Manen zengin olduğuma kani ve boş
ceplerimde şangırdayan sözcükler çünkü ben sözcüklerle her hasbıhal ettiğimde
yeniden doğup can buluyordum.
Yüreğin mafyası idi kimi sözcük:
haraca kesilen şiirlerimle dikiş tutturmanın güncesi ve solan gül yüzümden
dökülen binlerce parça ve işte hicretimdi hüzün yazmadığımda ise hicvine
tanıklık ediyordum iblisin kan dolu sözcüklerinden firar eden bir kıvılcımı
elimle sarıp sarmalayıp sırf yanmasın diye mazlum yürekler…
Kordandı kimi hece.
Közümde saklı öz.
Özümde saklı söz.
Sözcüklerle hemhal ettiğimin bir adım
sonrası şiire dönen bedenim imge yüklü ruhum ve sırtımdaki hüzün hırkam.
Nefsim ölüydü.
Gün de.
Gecemse özgür belki de en cafcaflı
yıldızdım bazen Şimal Yıldızına dönük yüzüm bazen Kutup Yıldızına ve kızıldı
heceler kızdığımda büyüyen bir yangın sevdiğimde kora dönen ve yalnızlığın
küllerinden yeniden doğabilmenin mümkün olduğunu gösteriyordum işte cümle âleme.
Rüzgâr çapkındı ve başımdaki şapkayı
uçuran.
Uçarı idi hızı döşümde meylettiğim
sıra dışı bir iklim.
Metanetimle ve sınanan dirayetime kök
söktüren bense köküne sadık her yaşı nem bildiğim namı almış yürümüş bir sözcük
iken aşk, özlemi hüzünle diktiğim.
Yoldum.
Yoldaştım insanlara.
Canhıraş mücadelem soluksuz kaldığım
kadar solan yüzümde güller açıyordu.
Kalem ne zamanki düşse uzağıma adeta
tuzağa düşmüş bir ceylan gibi çırpınıyordum.
Mevsim süzgecim idi.
Mevsim bendim.
Ve ikbalim nicesi.
İbraz ettiğim günüm ve bitmeyen hikâyem…
Anlatıcısı addedildiğim nice
hikâyenin de kahramanı.
Hidayet durağında beklemedeydim ve
beklediğime kavuşuyordum her yolda kaldığımda ya da her yere düştüğümde
sırtımda sıcaklık ve O İlahi Rüzgâr beni bana estiren ve beni bana yakın kılan
bir kıvanç ve de kıvılcım eşliğinde hasretimi sonlandırıyordu kendimi kendime
uzak ve tuzak bildiğimde yeniden barışıyordum içimdeki yetim ve mazlum çocukla.
Bir yitimdim aşikâr.
Bir yatır adeta tapındığım ilham ne
de olsa: ol, diyendi yüce Huda ve yaz, diyen ve sevmemi tembihleyen…
Sevecen yüreğime konan her sözcük
kanat açarken aşka.
Aşk bazen bir rubai bazen bir masal
bazense bir yangına denk düşen.
İhbar ettiğimse yalnızlık ve yongası
ömrün kayıtsız kalamadığım kadar kayıt dışıydı içime esen rüzgâr ve o karanlık
dehliz nasıl da aydınlığa kavuşmaktaydı her ölü geceye eşlik ettiğinde dualarım
adeta rahmet yağıyordu başıma ve de nurlu yüzü ilahilerin bense İlahi Aşkın
verdiği huzurla baş koymuşken bir kere yüce Rabbin dergâhına…
Sihri kayboldu ruhumun aslında
kaybolan ruhumdu ve müdahil olduğum hangi eksense sancılı oldu yeniden doğmaya
kucak açmışken ölü iklimden bozma bir ruh haline dönüştü kalemim:
İkimizi bir arada tutansa bir tutku:
yazma tutkusundan ötesi yok işte ve içtiğim bunca sözcüğü ben kaleme almazsam
yeni baştan başlayacağım yaşamaya yeniden ölmenin tadına doyum yok işte oylumu
sözcüklerin, kanaviçeler ördüğüm bir giz şebekesi saklı içimde ve kaçak
elektrik kullananların fatura borcunu ben ödüyorum: kâh nidalara saklandığım
kâh sokak lambasında ıslıklanan ölü bir pervane gibi.
Hüznümün rediflerinde saklı
sözcükler.
Sözcüklerde saklıyım.
Benden öte bir yol yok beni bana
ulaştıransa yeniden yazdığım hayat hikâyem.
Debdebeli bir yoksunluk insanların
martaval okuduğu.
Okumak da yetmiyor yazmak kanıma
girdi bir kere ve boykot ediyorum dünyayı boyum uzamasa da boyumu aşan
dalgalara ancak gücüm yetiyor yazdıkça…
Albenisi mi yoksa aldırmazlığı mı sevdiklerimin?
İklimlerden aşırdığım nem gibi yağmur
gibi karanlığın izbesinde saklı ruhun müsveddesi.
Kararan havada asılı.
Havada karada uçan kanatlı
sözcüklerim.
Karartma gecelerinden firar eden
eklemleri şiirlerimin ve nidalar saklı nüvemde naralar atan kabadayının
cüssesinden de büyük bazen hüznümün eşliğinde seken bir kurşunum imha etmek
adına içimi her ihbar ettiğimde bir de ihmal ettiğim içimdeki yetim çocuk
kelimelere sığınmış bense anne sıcaklığında okşuyorum her bir cümlemi istifli
olduğu kadar istikrarla da kanarken içim her yazdığımda…
Malulen emekli olmuş bir sözcük madem
aşk…
O halde yelkenler fora aşkın
istikrarla özlettiği ve üzdüğü her ayraç bir bir d/okunuyor yerle yeksan olsa
da yüreğim, kalemin izini süren bir gizim ben saklı tuttuğum kadar kendimi
kendimden…