Muhabbet Eden İki Gönül-2-
-Başkaları kendi duygularıyla kıyıdan kıyıdan yürüyebilir, lakin ben o denizde yüzmeden içine girmeden hatta, içinde kaybolmadan onunla
olmadan duramam. Ben varlığımla ona can katmak çok çabalarım ki kendimi
kaybederim. Bu yüzden duygularımı açık ederek, hayatın orasından burasından
yırtık yamayıp birleştirmeye çalışmayacağım direkt yapıştıracağım, ben böylesine
böyle bir cilalama için harcanacak çabayla duygularımın açık olmasıyla dile
getirmesinin umuduna gölge düşürecek, davranışlardan kaçarak aşkın içinde
yaşamayı seçerim öyle kıyısından köşesinden gezmekle değil tamamen onuna olmayı
seçerim.
-Vaaav! Beni şaşırtıyorsun!
-Şaşırmana gerek yok ki aşk böyledir böyle sevilir. Evde bir
pencerenin açık olması yerine, beş on pencere daha açar içimi aydınlıkla
doldururum. Ben bakış açısı bakımından köklü bir değişikliğe giderim, sen ise
gitme gereği de duymadan yüzeysel seversin. Ben her zaman aşkla her şeyi
gözlemleyerek neyi kaybedip kaybetmediğime önem verirken senin için bu
gözlemlemenin hiçbir değeri olmadan yaşamayı seçersin. Sen sana ağır gelenleri
toplayarak bir köşede saklarken, ben o bana ağır gelenleri taşıyarak
götürülmesi gereken yere kadar sırtımda taşır zayi etmem. Ben bir şeyi çözmek
için fikirlere değil, aşkın bana verdiği duygu ve hislerin çerçevesinde çözmeye
çalışırım. Mesela yolda ağlayan bir çocuk görsen sen ”aman nasılsa bu çocuktur, ağlar biraz sonra susar diyerek” es geçersin. Oysa ben aşkın verdiği o yoğun
duygu ve hislerle yanına yaklaşır, saçını okşayarak ” çocuğum neyin var neden
ağlıyorsun” diye sorarak ona sıkıntı veren şeyin ne olduğunu sorar, ona çözüm
bulmadan oradan ayrılmam. Onun yanına gitmek sana “yük” olurken bana “yük”
olmuyor.
-Ben senin gibi, duyarlı olamıyorum.
-Sebebi belli aşkla beraber yürümediğinden onun fısıltılarına
kulak vermediğindendir. ”Sen yaralı ve yorgun birisine yardım etmek seni
yoracağını ve yaralı bırakacağını sanıyorsun” Oysa “aşkla yaklaşmak sana bu
yönde huzur ve mutluluk verecektir yani karşındaki mutlu ve huzurlu olunca
sende huzurlu olacaksın”. Ben gönül kandilimin hiçbir zaman söndürmezken, sen
gündüz söndürerek dışarıya karanlığa çıkınca sadece kendin için yakıyorsun. Ben
kandilin fitilini tutuşturan ve şavkı kelamı ile onu tutuşturan aşkın
çakmağıyla yakıyorum ve hiç söndürmüyorum. Her zaman yakınımda veya uzakta bir
tenhada karanlık gölge kalmış bir köşede hüzünle oturmuş derdine derman olan
veya derdine ortak arayarak bulmaya çalışana rastlarsın tabi aşkla beraber
gezersen onunla olursan.
-Ben bu kadar ayrıntı ile olamam/yaşayamam ben bunları hiç
taşıyamam ki! Kederli sesler beni kederlendirir hüzünlendirir mademki sen
varsın mutlaka ona yetişirsin.
-Ya yetişemediğimde senin önüne rast gelirse ne yapacağız
kendi haline mi bırakacağız?
-Bana kalırsa senin gelmeni bekleyecek.
-Bu kadar insafsız olmasan!
-Acıyla insan acı veren bununla egemen olanlara da mı
“yapmayın yazıktır az merhamet edin” demeyecek misin?
-Karmaşık olan hayatlar beni de karmaşık yapacağından
korkarak uzak durmak bana sadelik veriyor.
-Buna sadelik değil “korkaklık” desek ”bana necilik” desek
“umursamamak” desek daha sayayım mı?
Ortalık bir anda sessizle sakin kaldı. O an gökyüzü bulutsuz
ve berraktı. Nehirde akan suyun hışırtısı ve seher yelinin tatlı esintisinin
dışında hiçbir ses duyulmuyordu. O sessizlikte aşk bir ara ikisinin arasında
dolaştı ürperdiler, gülümsediler o aşkın huzur verici sükûnetten gülümsedikleri
belliydi, güzel bir gün olacaktı bundan sonra arlarında sanki.
Bundan sonra ne olacaktı? İyilik, güzellik ve mutluluk, insanı bitirerek yok eden kötülüğe, çirkinliğe sürükleyerek onu mutsuzluğa sürükleyene baskın gelecek miydi aşk? Gönlü okşamasıyla? Tabi ki gönül kapısını yıkarak içeriye giren aşka değer kıymet vererek veya tam tersi, aşkla ağrı, sızı, hasret ile derde katlanılacak yaralar sarılacak mı, hasret ile elem bir köz olup yakarak insanın yüreğine mi yapışacaktı, aşksız? Yahut iyilikle kötülük, güzellikle çirkinlik veyahut ta mutlulukla mutsuzluk, neşeyle keder, mutlulukla dert birbirine karışıp, aşkla yaşayan insanların kalpleri üstünde bir salıncak gibi bir o yana bir bu yana mutluluk içinde gökyüzüne, uçarcasına coşkuyla uçacaklar mıydı? Şimdi bundan sonra ne olacaktı? Şimdilik bunu bilmiyoruz az bekleyelim. Bunu kendi hayatımızın dışında onların hikâyesinin hayatlarının akışına bırakacağız, bakalım daha nelere birlikte karşılaşarak yüzleşeceklerdi acaba?
Mehmet Aluç