M. NİHAT MALKOÇ
İnsanın içini acıtıyor gidenlerin ardından yazı yazmak...
Ölüm yine bir kuş olup konuyor gönül
pervazlarımıza. Soğuk elleriyle okşuyor saçlarımızı. Uykularımız bölünüyor yine
orta yerinden. Yarına dair hesaplarımızı siliyor ecel denen keçeli silgiyle.
Heybemizde taşıdığımız ölüm, canımıza kastediyor. Hayatın yol ayrımında peşine
sürükleyip götürüyor hayallerimizi. Düş bahçelerini ateşe veriyor umarsızca.
Son perdesi oynanıyor hayat oyununun. Perde kapanıyor ve mâzi sisli ufuklarda
mahpus kalıyor. Buzulları bile terletiyor ölümün soğuk yüzü. Gözlerdeki parıltı
ölümün elemine teslim oluyor. Yalnızlıklar tebessümlere pusu kuruyor. Ölüm
sevda türkülerinin sesini kısıyor. Bazılarına şahmeran, bazılarına kanatları
göklere değen bir anka kuşu suretinde görünüyor.
Gidenlerin
ardından yazı yazmak insanın içini acıtıyor. Çünkü insanların benimsedikleri ve
tiryakilik derecesinde alıştıkları hayatın sonu mahzunlaştırıyor sözleri ve
gönülleri. Gidenler dönmüyor, kalanlar görmüyor her zaman yüzleştiğimiz
suretleri. Sonsuzluğa
yol alan ölüm gemisinin yolcularına bir el sallamak
bile mümkün olmuyor çoğu zaman. Meçhule giden gemiler acı sirenlerle
ayrılıyorlar bir daha geri gelmeyecek yolcularını sonsuzluğa taşırken. Gemiler
geri gelse de yolcular dönmüyor eski limanlara. Rıhtımda bekleşenlerin gönlünü
hüzün kaplasa da teslim oluyorlar hayatın o kaskatı gerçeklerine.
Hayat
zincirini meydana getiren halkalardan birinin aniden kopması her şeyi altüst
ediyor. Kalp sükût edince her ne varsa yarıda kalıyor. Prof. Dr. Âdem Efe'nin
hayat zincirini meydana getiren halkalardan birinin korona illeti sebebiyle
kopması bizleri derinden üzmüştür. Bu üzüntünün yansıması olarak bu kırık dökük
satırları yazma gereği duyduk.
Merhum Âdem Efe, yarım asra bir asırlık işler sığdırabilmiş bir
bilim insanıydı.
Merhum Âdem
Efe, koronavirüs(kovid-19) illeti
nedeniyle 50 gün boyunca tedavi görse de uygulanan tedaviye maalesef cevap
vermedi. Onu 20 Ekim 2020 tarihinde kaybettik. Onun zamansız (53 yaşında)
ölümüyle kültür hayatımızdan parlak bir yıldız daha kaydı.
Âdem
Efe, 1967 senesinde Manisa'nın Akhisar ilçesinde dünyaya gelmişti. 1985'te Akhisar
İmam-Hatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra Uludağ Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü kazanmıştı. Bu bölümde bir yıl
okuduktan sonra tekrar sınava girerek Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştı.1991'de Dokuz Eylül
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nden mezun olmuştu. 1991-1994 yılları arasında
İzmir Vali Nevzat Ayaz Lisesi'nde öğretmen olarak görev yapmıştı. Âdem Efe, 1994 yılında Süleyman Demirel
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'ne Din Sosyolojisi Araştırma Görevlisi olarak
atanmıştı. Yüksek lisansını 1995 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Sosyal Bilimler Enstitüsü Din
Sosyolojisi Anabilim Dalı'nda tamamlamıştı. “Nakşbendiliğin
Halidiyye Kolu ve Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi Cemaati" adlı tezini 1994
yılında bitirmişti. 2002 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi'nde "Meşrutiyetten
Cumhuriyete İslamcılar ve Modernleşme (1908'den 1924'e)" adlı teziyle
bilim doktoru olmuştu. 2010 yılında yardımcı doçent, 2011 yılında doçent,
ardından da profesör olmuştu.
Merhum
Âdem Efe, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi,
Sosyal Hizmetler Bölümü Sosyal Hizmet Anabilim Dalı'nda profesör unvanıyla
görev yapıyordu. Alanıyla ilgili Şam/Suriye, Bakü/Azerbaycan, Üsküp/Makedonya,
Kosova ve Kırım’da çeşitli ilmî toplantılara iştirak etmişti. Efe, evli ve iki çocuk sahibiydi.
Fransızca
ve Arapça bilen Âdem Efe, kariyer basamaklarını başarıyla çıkarak sahasında
zirveye ulaşmıştı. Efe, alanıyla ilgili birçok projenin de yürütücülüğünü
üstlenmişti. "Dinî
Gruplaşma ve Cemaatleşme Olgusunun Sosyolojik Açıdan İncelenmesi",
"Türkiye'de Akademik Din Sosyolojisi Araştırmaları", "Yusuf
Akçura, Muasır Avrupa'da Siyasî ve İçtimaî Fikirler ve Fikrî Cereyanlar" adlarını
taşıyan üç kitabının yanında çok sayıda makalesi ve bildirisi bulunuyordu. Âdem
Efe'nin ilgi alanları "II.
Meşrutiyet Dönemi Türk Siyasal ve Düşünsel Hayatı: İslâmcılık, Modernleşme,
Küreselleşme, Halkla İlişkiler ve İletişim, Dezavantajlı Gruplar, Osmanlı-Türk
Kültürel Hayatı, Tasavvuf, Çingeneler, Dinî Gruplar:
Alevilik/Bektaşilik/Tahtacılar, Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı"
şeklinde sıralanabilir.
Süleyman Demirel Üniversitesi Aksu
Mehmet Süreyya Demiraslan Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü görevini yürüten Efe,
SDÜ Engelliler Araştırma ve Uygulama Merkezi ve SDÜ Alevi-Bektaşilik Araştırma
ve Uygulama Merkezi Yönetim Kurulu üyesiydi.
Merhum Prof. Dr. Âdem Efe, zeytinyağıyla büyüyen bir Ege çocuğuydu.
Merhum Prof. Dr. Âdem Efe,
bir Ege çocuğuydu. Ruhunda zeybeklik vardı. Efelik karakterine işlemişti.
Manisa'nın Akhisar ilçesinde doğan Âdem
Efe, memleketiyle olan ilişkisini ve hatıralarını Göller Bölgesi Aylık Ekonomi ve Kültür
dergisi Ayrıntı'da yayımlanan
"Akhisar, Zeytin ve Hatıralar" adlı yazısında şöyle dile
getirmişti: "Zeytinlerin
tamamını toplama işi bitince at arabalarıyla fabrikaya götürür, yağın çıkması
için sıra beklerdik. Sıranın geldiği gün fabrikaya gider, yağları alır
gelirdik. Eve gelen yağdan birer tabak konuya komşuya, olana olmayana tadımlık
olarak dağıtırdık. Benim çocukluğumda Akhisar’da üç dört tane büyük zeytinyağı
fabrikası mevcuttu. Buralarda zeytin, taş değirmenlerde ezilir; zeytin hamuru
çuvallara konularak pres yapılır ve yağın ayrıştırılması için çuvallara
maşrapalarla sıcak su vurulmaya başlanırdı. Bu yöntemde çuvallardan sıkılan
zeytinyağı su dolu havuzlara alınır ve yoğunluk farkı sebebiyle zeytinyağı
suyun üzerinde yüzmeye başlar. Su üzerinde yüzen zeytinyağı, maşrapa ile
toplanır ve yağ elde edilir."
Merhum Âdem Efe,
her Egeli gibi bir zeytinyağı tutkunuydu. O, yüzde yüz ev yapımı zeytinyağı
kullanmaktan vazgeçmezdi. Zeytinyağıyla ilgili şu sözleri onun bu doğal besine
olan düşkünlüğünü göstermesi bakımından önemlidir: "Zeytinyağının içine
çeşitli baharatlar koyarak kahvaltıda yemeyi çok severim. Küçükken siyah veya
kırma yeşil zeytinin içine pırasa doğrayıp, limon sıkarak çok yemişliğimiz
vardır. Bunun tadı hâlâ damağımdadır."
O, sükut suretinde yaşasa da millî ve manevî meseleler söz konusu
olunca avazı çıktığı kadar bağırırdı.
Genel
itibariyle sükut suretinde yaşasa da millî ve manevî meseleler söz konusu
olunca avazı çıktığı kadar bağıran Prof.
Dr. Âdem Efe'yi yakından görmedim, kendisiyle tanışmadım. Fakat sanal dünya
vasıtasıyla kendisiyle mülâki olduk. Avazı kulaklarıma ulaştı. "Dünya
Bizim" kültür, sanat ve edebiyat portalında kendisiyle aynı manevî havayı
soluduk. Aynı iklimde bulunduk. Komşu köşelerde yazarlık yaptık. Efe'nin kaleme
aldığı kıymetli yazıları okuyup istifade ettim. Hatta "Bu yazıların
tiryakisi oldum" desem yeridir.
Prof.
Dr. Âdem Efe, kendini çok iyi yetiştirmiş münevver (aydın) bir insandı. Alanına
son derece hakimdi. Hatta alanıyla yetinmeyen güçlü bir kalem erbabıydı. Başta "Şehir
ve Kültür" dergisi olmak üzere birçok süreli yayında yazılar yazarak
okurların istifadesine sunuyordu. Böylece geniş bir kitlenin hocası olmak gibi
bir görevi de başarıyla ifa ediyordu.
Merhum
Âdem Efe, mütedeyyin bir bilim insanıydı. Hakikat yoluna revan olan bir
peygamber sevdalısıydı. İslâm'a ve onun akidelerine bakışı ayet ve hadis
eksenindeydi. Dikkat çekmek için sözü eğip bükmeyen, birileri rahatsız olsa da
dosdoğru söyleyen bir gönül ehliydi. Şahsına münhasır(özgün) görüşleri vardı.
Onun "İbadetlerin (Namazın) Derunî Anlamı" adlı yazısında yer alan
namazla ilgili şu satırları buna örnektir:
"Namaz,
Allah’la kul arasında güçlü ve kopmaz bir bağ kurmaktır. Bu bağ, dinin direği
ve temelidir. Beş vakit namazı şartlarına uygun olarak ve vaktinde kılanların
büyük günahlardan el çekmeleri sebebiyle, diğer günahlarının affedilebileceği
ayet ve hadislerde açıklanmaktadır. Namaz, kulu Allah’a yaklaştırır. Ruhu ve
iradeyi kuvvetlendirir. İnsanın özgüvenini geliştirir. Kişiyi sabır ve şükre
alıştırır. Her gün belirli zamanlarda ruhî ve bedenî bir temizlik sonunda temiz
bir mekânda ve temiz kıyafetle Hakk’ın huzuruna namaz kılmak için çıkan kişi
hayatını düzene sokar ve sağlıklı hayata alışır. Yine her gün belli aralıklarla
namaz kılan insan, dünyanın hırs, kötülük ve gösterişlerinden korunmuş olur.
Namaz, hiç şüphesiz kul ile Rabbi
arasında özel bir iletişim şeklidir. Bu iletişim niyetle başlar. Niyet, Allah’a
yakın olmak maksadıyla bir ibadeti yapmaya kalp ile azmetmektir. Namaz için
niyet ise ilk olarak Allah için ihlas ve huşu ile namaz kılmayı dilemektir.
Namaz kılmaya niyet eden bir kişi, dış dünyayla bağlantılarını keserek, Allah’a
yönelip yalnız ona ibadet edeceğine, yalnız ondan yardım dileyeceğine söz
verir. Kısaca namaz kılmaya niyet etmek Allah’a karşı kulluk görev ve
bilincinin halisane bir şekilde ifa edilmesini günde beş kez azmetmek
demektir."
Âdem Efe, değer(li)lerimizi yeni nesillere aktarmayı vazife telâkki
ederdi.
Prof.
Dr. Âdem Efe, bizim değerlerimizle yetişen ve bu değerleri yeni nesillere
aktarmayı vazife telâkki eden bir eğitimciydi. Yürüttüğü vazifenin büyük bir
anlam ve önem ifade ettiğinin farkındaydı. Bunu hakkıyla ve lâyıkıyla
gerçekleştirmek için büyük bir uğraş veriyordu. O, yazı ve konferanslarıyla bu
eğitim ağını dört duvar arasında sıkışıp kalmaktan kurtararak daha da
genişletiyordu. Çünkü şuurlu bir Müslüman olarak bu çağın insanını uyandırmak
gibi bir vazifesi olduğunu düşünüyordu. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip
kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104) ayeti onu irşat konusunda sorumlu
kılıyordu. Zira tebliğ bütün Müslümanlara farzdı.
Merhum
Âdem Efe, ruhu ramazan ikliminde huzura ve sükûna kavuşan kâmil bir insandı. Bu
ayın hakkını vererek kalbini gerçek anlamda rahata kavuştururdu. Fakat davetsiz
bir misafir edasıyla hayatımıza konan kovid-19 virüsü eski alışkanlıklarımızı
sekteye uğratmıştı. Öyle olsa da o, bunda da bir hayır olduğu düşüncesindeydi.
O, koronavirüs nedeniyle buruk geçen ramazanlarla ilgili olarak şunları
yazmıştı: "Bu
yıl Ramazan ayı, Koronavirüs/Kovid-19 salgınından dolayı oldukça mahzun geçti;
camiler cemaatsiz ve sessiz idi. Bu cümleden olarak toplu yani cemaatle yapılan
ibadetlerde, camilerin kapalı olması nedeniyle Cuma ve teravih ve bayram
namazlarının kılınamaması, camilerde mukabelelerin okunamayıp karşılığında
dinlenememesi vb. gibi mahrumiyetler yaşandı ama bireysel olarak yapılan
ibadetlerde böyle bir durum söz konusu olmadı. Belki önceki yılların tersine bu
yıl ramazan ayında insanlar, özlerine dönerek öz ülkelerinde gezinti yaptılar,
kendilerini keşfettiler; derin bir muhâsebe, halisâne bir murâkebe yapma,
taakkul, tedebbür, tefekkür, tezekkür etme imkân ve fırsatı buldular;
yaptıkları ibadetlerin derûnî anlamları üzerinde yeni tecrübeler edindiler.
Ellerini, dillerini tuttular, gözlerini yumdular, kulaklarını tıkadılar ve “Ben
oruçluyum” dediler(se) Allah oruçlarını kabul etsin. Sadakalarını, düşüyorsa
zekâtlarını verdiler(se) maddî ve mânevî varlıklarını
arıttılar. Dinlendiler. Dinlediler, okudular, aile bireyleri olarak hep
birlikte okudular, kitaplarını; belki bu yüzden onu sağlarından alabilecekleri
kapılar biraz daha aralandı; inşirah buldular."
Âdem Efe, bir Mehmet Akif
hayranıydı. Onu hakkıyla anlayan ve anlatan bir insandı. Hakk'a pervane olan
ruhunu Akif'in Safahat'ıyla beslemişti. Akif'i ne kadar doğru anladığı onun şu
satırlarından da anlaşılabilir: "Âkif içinde doğup yetiştiği aile
ocağı sayesinde, sarsılmaz ve güçlü bir iman sahibi, son derece samimi ve dost
canlısı, vefalı, diğerkâm, maddeci hayat anlayışından uzak ve oldukça cömert,
asla yalan söylemeyen, her daim verdiği sözü tutan, şükreden ve her haliyle,
söz ve davranışlarıyla “örnek” bir insan olmuştur."
Hayat bir kısa çizginin ayırdığı iki
tarihin arasında geçecek meçhul bir zamandan ibaret... Doğumumuza nasıl
inandıysak ölüme de öyle inanmış ve teslim olmuşuz. O ki, sonsuz bir hayatın
kapısını aralıyor bu dünyada fâni olan biz kullara. Ebedî olmak ve ebedî kalmak
için bu fena köprüsünden geçmek gerekiyor. Fakat yine de ölenler üzüyor bizi.
Prof.
Dr. Âdem Efe, elli günlük çetin korona hastalığı sürecinden sonra hayata
tutunamayarak güzeller güzeli olan Rabbinin "Dön" emrine uydu. Yarım asırlık kısa ömründe geride hoş bir seda
ve güzel hatıralar bıraktı. Allah rahmet
eylesin. Mekânı cennet olsun.
Şehir ve Kültür Dergisi, Kasım 2020