Yorgun sözcüklerim var yâd edilesi
zamanlardan arda kalan bir yasın bir isyanın da baş şehri iken yüreğimden sökün
eden…
Bir düş’ e bandım sessizliği ve
üstüne solgun renkli bir hırka geçirdim ve işte an itibari ile saldım kendimi
sözcüklerin yorgun ruhlarında varsın can çekişsin kalemim.
Payidar kılmak adına varlığımı.
Beyhude olduğunu bilsem bile.
Mevsimden alırken gücümü ve hızımı
varsın kış dondursun içimi varsın yaz sıcağında erisin yüreğim ve buzullarım ne
de olsa ben bu dünyaya kalıcı olarak gelmedim.
Bir kancık ise isyan.
Tek bir katrede saklı iken insan.
Delişmen ruhumdan sökün eden ve
veryansın ettiğim kadar da sakar ve sağırım.
Duymazdan geldiğim doğru mu sahi?
Ya, duyulmadığım…
Ses etmediğim kadar da ruhum
yankılanır derdest olmuş bir renge sunarken hissiyatımı.
Özneme sadığım özlemime de ve
içimdeki sefil çocuğa:
Coşkum ise hayli söndü hele ki son
zamanlarda:
Bir gidişim var ki dönmeye mahkûm.
Bir dönüşüm var ki gitmek miydi sahi
en makbul?
Hicretinde zamanın yaslı adalarda
saklı hicranım ve gün yüzlü bir seyyahım mademki ben gel gör ki…
Yazdığımı yaşamadığım kadar
yaşadığımı da bire bir yazmıyorum bazen süslü bir sözcüğe sığınıp bazense
süssüz bir nazla ses etmeden yaşadığım.
Duygularım kırpık kırpık en çok
özlemini çektiğim belki de azat edildiğim toplumda değer görmekle ilintili:
Görünürde herkes sevecen ve samimi
ama ansızın değişime uğradıkları da koca bir gerçek.
Bir yanım aşk.
Bir yanım suskun.
Yaşardığım kadar yeşeriyorum ve
çiçekler açıyor sayfanın en başında ve ansızın dalından kopup başka diyarlara
göç ediyor duygularım.
İnsansız kaldığım da doğrudur ve
infazımın kabul gördüğü ve can çekiştiğim kadar adını sayıkladığım insanlar
Araf’ta saklı benliğime göz kırpıp bir yandan da kuyumu kazmakta.
Köpüren deniz misaliyim bazen ve an
gelip bir suskuya tav olduğum.
Duyguların ritmi ile ölçüşen
sözcükler ve bir batında doğan gün.
Hazzı da değil haiz olduklarımın
çünkü cenderedir içinde yaşadığım geceye de artık kıymet vermiyorum ve hava
kararmadan uyumaya çekiliyorum ne de olsa haşin ve hızlı bir minvalde gün
doğumu ile sözleşip erkenden kalkıyorum.
Geceleri mesken tuttuğum zamanların
çok ötesindeyim:
Hani, hani sabahladığım geceler dünde
kaldı ve onlarca sayfa dahi yetmezken yazmaya doyamadığım bir sözcüğün ilhamına
sadığım bir sanrı olsa bile yazmakla yaşamak arasında fazlaca bir orantı
kuramadığım da doğrudur:
Olsa olsa ters orantı:
Ne kadar sadık ne kadar sıradan ne
kadar ulvi ne kadar…
Ederim olmadığı kadar aslında
kabullendiğim yazgım.
Gün menşeli bir gece ve hasret
duyduğum coşkum nasıl ki söndü şu son bir senede.
En azından umudumu yitirmediğim kadar
ayakta kalmaktır beni hayata bağlayan ve sevdiğim insanların varlığı gerçi çoğu
çoktan beni terk etti ama…
Kaleminse desturu.
Yalnızlığın tek sekantta sona erdiği:
Hani olur da bir şiir dökülür
penceremden…
Hani olur da bir hikâye yazarım asla
sahip olamayacağımı bildiğim ne varsa bir bir derlerim hayallerimi.
Bir örüntü iken yazılanlar.
Bir görüntü iken yaşananlar.
Bir övgü asla değil bir övünçten
ziyade ölümcül bir miras genlerime sirayet eden babamdan mademki her ölüm erken
ölümdür biz insanlar için…
Şevki de kırılmışken kalemin…
Şavkı huzura delalet bazı bazı.
Şiarım artık şiirlerim değil olsa
olsa kara toprak.
Sancılandığım her düş vakti
hayallerim olsa bile bana t/uzak.
Yankısı duyulmazken iç sesimin koca
bir ömür ve yazarak sözüm ona aştığım engeller ve şimdilerde nasıl da cüret
ediyor duyguların infilakında nasıl da suskularla sınanıyorum ve üzerime
geçiriyorum o hüzün yeleğini.
Bir randıman ise eğer ki hayat ve
kalemin de g/izini sürdüğüm.
Rica üzerine yaşadığım da doğrudur ve
ite kaka yürüdüğüm yürüttüğüm kadar minvalimde sekiyor sözcükler kalemse
hırpalanmış kalem iken sevdalı ve şimdilerde kalem iken en suskun yanım ve
yarımım.
Bir sözcük.
Bir nida.
Ve sessizlik.
İzbelerde geçen ömrü kalemimin sadece
son on yıldır gün ışığı gördüğü…
Şimdilerde o gün ışığının sirayet
ettiği karanlık en çok da ruhum inzivada bedenim içtimada aklımsa kayıplarda.