hepimizin
aklında vardır bir şehir
bir
ülke tasavvuru
hiç
gitmemişsinizdir
ancak
duyunca
yüreğinizin çarptığı
hayallerinizle
sokaklarında dolaştığınız
durduk
yere aklıma düşen yer
hep
endülüs olur
endülüs
de tıpkı kudüs gibi
yalnız
bırakılmaması gereken bir yer
islam
medeniyet ve ihtişamının
kalbin
hüzünle attığı topraklar
adeta
rüyalarımdaki cennet imajına dönüşür
endülüs
bir
yerlere gitme isteğim
hep endülüsten
yana olur
elim
yüreğimde
heyecandan
ne yapacağımı bilemez halde
benim
için endülüs de
tıpkı
kudüs gibi
tıpkı
medine-mekke
tıpkı
istanbul gibi
öyle
demişti o ölümsüz komutan
askerlerim
gördüğünüz
gibi önümüz düşman
arkamız
deniz
sığınacak
hiçbir yerimiz yok
düşman
bütün gücüyle üstümüze gelecek
bizim
kılıçtan başka silahımız
düşmanın
elinden alacağımız ekmekten başka
ekmeğimiz
yok
ancak
ölümden korkmayanlar zafere
Allah’ın
vaat ettiklerine
ulaşabilecekler…
gemileri
yakın
artık
bundan sonra geri dönüş yok
ya
burada öleceğiz
ya
da zafer kazanana kadar
mücadele
edeceğiz.
ve
sonra başlamıştı fetihler
ele
geçirilmişti bir bir şehirler
zafer
rüzgarları esmekte
akşam
olmak üzereydi
gümüş
renkli bulutlar
bakır
rengine dönüşüyordu
akşam
güneşinin altın ışıklan altında
yıkanan
kumlarda
şanlı
atlılar ilerliyordu
atların
toynakları altında kumlar
çıtırdıyor
eziliyor
kumlara
gömülüp kasılan
adaleleri
dışarı fırlamış o çevik ayaklar
ezdikleri
kumlardan kuvvet alarak
tekrar
ileri atılıyorlardı
mesafeler
böylece adım adım yutulmaktaydı
beyaz
atlılar beyaz maşlahlarına bürünmüş
derin
bir sessizlik içindeydiler
belki
günlerce sürmüş yolculuğun verdiği yorgunluk
belki
de yollarda söylenecek her şeyin
söylenmiş
olup da
sorulacak
ya da anlatılacak bir şeyin
kalmamış
olması
hepsini
derin
bir suskunluğa gömmüştü
suskundular
ay
çekilmiş
yıldızlar
göçmüştü gökten
kendileriyle
ve hayallerindeki kişilerle
konuşup
dertleştikleri belliydi
tek
tek kum tepelerini aştılar
arkalarında
ak minareleri
ak
binaları
karartı
halinde gözüken bitki örtüsü ile
öz
vatanlarını bıraktılar
en
öndeki şanlı komutan
bir
eliyle beyaz sakalını sıvazlarken
gür
bir sesle
yeni
vatanlarının ismini haykırdı
endülüs
şakırdayan
çelik uğultusuyla
Allah-u
ekber nidaları
gökleri
inletti
beyaz
atlılar
hava
karardığı zaman şehre girdi
akşamın
kara örtüsü
şehrin
üzerine çökmüştü
gökte
akşam olurken
belirmiş
olan ay
şimdi
kızarmaktaydı
deniz
kokusunu getiren tatlı esinti
tunçlaşmış
yüzleri okşuyordu
hurma
ağaçlarının meydana getirdiği
bir
karartıyı geçmişlerdi ki
o
ihtişamlı görüntüsüyle
endülüs
karşılana
çıktı
olduğu
gibi dursun
bir
gün masmavi güneşli
bir
gün bulutlu
endülüs
bu
dünya kime kalmış,
ölmezlik
rengi
ve
ölmezlik kokusu
zaman
bu
ona
ne kılınç kını dayanır
kaleler
çürür
o
muhteşem kaleler
dünyanın
en sarp yurdu olsa da
redfer