Canım sıkıldı yemek
yedim. Canım sıkıldı tuvaleti temizledim. Canım sıkıldı elime ve yüzüme kolonya
sürdüm. Canım sıkıldı duvarlara bakıp hayaller kurdum. Hayallerim ölüydü… Boşa
giden günler hayallerin mezarı…
Elime bir harita
tutuşturdular. Dediler ki: “Bu harita umudun haritası! Bu haritayı takip et!
Umudu bulacaksın! Umudu aradıkça daha çok karanlık buldum! Bu karanlığı aşmaya
çalıştıkça daha çok karanlığın esiri oldum. Bir zaman sonra karanlığın
gönüllüsü oldum.
Yalnızlığın kanıyla
yalnızlığının destanını yazdım! Artık insanlık üzerine söylenecek, yazılacak ne
kaldı ki? Bu ülkede gizli kalmak şartıyla her türlü pisliği yiyebilir! Gizli
kalmak şartıyla her türlü günahı büyük bir zevkle işleyebilirdin! Ama açıkça
düşüncelerini ifade edemezsin! Bu sistemi kuranlar ve her dönemin
muktedirlerin; hoşuna gitmeyen bütün fikirler, düşünceler ya günahtır! Ya
hainliktir! Asla hoşgörü olmaz! Hoşgörü zayıflıktır! Zalimlik güçtür! Bu sistem
o kadar tuhaf ki bu tuhaflık nasıl anlatılır? BİLEMİYORUM!
Yoksullar açlıktan
ölüyordu! Varsıllar ise daha fazla kilo almamak için yememekten ölüyorlardı!
İnsanlar çok aptallardı! Bu insanların kurduğu düzen ise gaitadan bile daha
iğrençti!
Bütün bunlardan kendimi
korumak için kaçtım… Saklandım… Sessizliğin görünmezliğine bürünmeye çalıştım…
Yine de gelip buldular beni. Kaçacak yer yok. Doğrular için, güzellikler için
mücadele edecek gücüm, isteğim yok. Böyle bir dünyada yaşayabileceğim,
hissedebileceğim tek duygu yalnızlık…
Küçük bir kâğıt
parçasının her iki yüzünde de “yalnızlık” kelimesi yazıyordu. İkisinin de
birbirinde haberi yoktu. Biri mavi tükenmez kalemle, diğeri ise siyah kurşun
kalemle yazılmıştı. Bir kâğıt parçasının her iki yüzünde de yazan iki aynı
kelime…
Hangi renkle yazarsan
yaz değişmeyen tek şey…
Yalnızlığın ta kendisi…