‘’Sesim
yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum belki. Ama
durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar,
soruyorlar, soruyorlar…
Adımdan
gayrısını bilmiyorum.’’(Alıntı)
Yalıtılmışlığın girdabında senfonik
bir rol bir ses neye mahal verdiğini asla bilemediğim bir vazgeçiş değil sadece
binlercesi tekerrür ettiği kadar yüreğimde ve işte bilediğim o ses:
Metruk heceler veryansın eden.
Münferit acılar eşlik eden.
Yerin göğün konçertosu dürtülerin
ölümü oysaki yaşamak değil miydi bir içgüdü?
Mevsimsel bir iç çekiş muhatap
olduğumsa rüzgâr kurumuş cildimden dökülen çiller çil yavrusu gibi ruhumun
kıvamında saklı o pasta tadı ve işte kendimi bilediğim ve işte kendimi hece
hece b/öldüğüm
Münferit bir ışık sızan kara deliğin
amblemi olsa ne ki ruhun kör noktasında saklı binlerce şifre ve defansı ömrün
diskalifiye edilmiş ruhumdan çıkarıyorum yokluğun hıncını.
Adı yok hayallerin.
Benimse tek bir adım yok belki onlarcası
yüzlercesi:
Yüz göz olduğum çiçekler muhatabım.
Yüzümde açan güller değil kuruyan
nicesi bazen sürgün edildiğim başka duygular ve hayatın alfabesi iken yüreğin
şamar oğlanı gibi tokatlandığı yalnızlığımın yazılı dilekçesi ve işte altına
imzamı attığım yorgun düşler ölü şehirler külliyesi.
İzdiham ertesi sona kalan.
Ölüm öncesi dona kalan.
Rölantiye aldığım mutluluk ve neşenin
kıblesi elbet içimde seken o kör kurşun ne cahil ne sıradan ne de ahvali ila
kapışan varsa yoksa sevginin emsalsiz gülüşü ve çekincelerimi uyuttuğum bir
hazan döngüsü hüznü israf ettiğim kadar isyanımı saklı tuttuğum zulmü dayatan kâfirlerin
silik güncesi ve işte yiten nice insan oysaki barış ve sevgi değil miydi
tutkum?
Zafiyet yüklü cihan ve el aman,
demenin meali elbet afiyette olmakla iştigal yüreğim azgın dalgalara pabuç
bırakmadığım ve her biri adam boyu bense bir imgede saklı tuttuğum kadar
sevebilme cesaretini ve uyuttuğum kalemim uyruğu olmayan ve seyyah acılar
külliyesi ima yoluyla değil imha edilesi nice hüzün nice zulüm ve kan ağlayan
yerküre göğünse temennisi saklı en derinde:
Sevgiden medet ummak mı?
Sevgiyle hemhal olup kötülüğün
tokalaştığı o cehalet mi yoksa ruhumu örten kalemden ve dimağımdan sökün eden
nice vaveyla oysaki ben bir lal satırdım ve lal yüreğimle sökün ettiğim
duygulardan başımı alamadığım kadar başımı alıp gitmek istediğim yorgun
bedenimin ertesi arda kalan yürek sızım ve ruhumun karanlık geçitlerinde
ansızın veryansın ettiğim.
Uçuşan perdeler.
Sahneye konan o oyun:
Sırasız ölümle ve sıra dışı acılar
elbet son söz henüz söylenmedi.
Ön sözün ifşa ettiği bir şiir bir hikâye
bir roman.
Takati kalmayan evrenin ibrazı ve
itibar görmekle de eş değer acının kerrat cetvelinde büyüyen açılar açamadığım
kalbimden yola dökülenler.
Un ufak edilmiş iken kalemim.
Ummanlara denk düşen hasretim.
Leyli satırlar ve nazenin heceler
kalemin kalibresinden sızan hayaller ve işte şatafatlı yalnızlığımın en derdest
hecede var olması ile iştigal.
Bir yemin.
Bir yama.
Yağmalanmış yüreğimden sağa sola
sıçrayan binlerce kelime.
Azat edilesi ruhumdan firar eden nice
şiir.
Nice beis.
İç içe yeis.
Aşka dair bir yolculuk ve kıvamında
duyguların kıyama durduğum yalnızlığın hararetli neticesi…
Bir sözcükten nemalanıp medet
ummuşken nice şiire nice hikâyeye vesile olan iç sesin dinmeyen tutkusu ve sonu
olmayan hayallerin bir adım sonrası yoksa ne kalırdı benden geriye?