Ölü bir öfke birikintisi tesirsiz
olsa bile hayatın nüktesi uzağında nazın yârin ve nazenin düşlerin uçuştuğu
yorgun pencerem kırık bir nida ile eşleştiğim seferisi yüreğin sarrafı sevginin
köhne bir mekânda ölümü buyur ettiğim hayatın ve yalnızlığın güftesi ve sanma
ki: tek şiirde saklıdır hüznün hikâyesi ki…
Bedeller ödediğim.
Kanayan bir surede saklı niyetim ve
kanayan suretim.
Sükûtu hayale uğratan her insan.
Asla bir isyan değildir bağrımdan
taşan…
Sadece gerçeklerin güdüsü bir öğe
sanmasın da hiç kimse.
Var olmanın tesiri sanma ki saklıdır
tek şiirde.
Sanma ki tek şiir yeter
dillendirmeye.
Bir rengi azat ettim azabını
yüklendiğim nesrin ve neşrinde şiirlerin nüksedendi kalp sesin azıcık rötarlı
alabildiğine kaygılı ve meylettiğim kadar yarınlara heybemde saklı umut ve
hüzün bir arada.
Renkler meczup iklimler gibi.
İklim savruk ve üşüten mecazi firarı
ömrün yine derdini zikreden ve b/ölündüğü kadar derinden.
Saf tuttuğum safiyet.
Masum kalabilmenin nüktesi ak alnımda
saklı güneşin izi varsın olsun bulaşsın üstüme çamurun yankısı hali hazırda
güneşim balçıkla sıvanamadığım kadar ben s/onsuzluğun ve sevginin esiriyim ve
de eseri.
Arz ettim.
Talep bulmadı sevgim.
Arşı alaya çıktı sesim.
Hünkârım Rabbim ve her dem O’nun
hükümranlığında korunduğuma delalet vuku bulan nice tevafuk müjdeli sesi
kaderin kederin dahi hızını kestiği bir ölçüt bir rakım izi hayatın gizi
sevdanın yandığım kadar ucunu yaktığım şiirlerim ve mektuplarım.
Göz hizasında bu sevgi.
Özünde saklı iken sözü şairin.
Közünde yandığı kadar özlemin buğulu
gözleri.
Ne bir sitayiştir ne bir şikâyet ki…
Alabora olmuş yüreğimde saklı onca
eziyet ki…
Meziyet bildiğim neyim var neyim yok
bir sandık dolusu anı oysaki andaki mevcudiyetim ile sarmalındayım ben sonsuzluğun
bir o kadar imkânsızlığın varsın tüy diksin cihan varsın yerle yeksan olsun tüm
nizam benlik ya da beylik değil asla asla da olmayacak bu izdiham.
Hınca hınç duygular.
Irgatı acının asla da olmadığım kadar
isyankâr.
Busesi sevginin gaipten gelen bir
teselli.
Coşkum ve fıtratım ve tüm çabam yenik
düştüğüm kadar insanoğluna yanık sesinde türkülerin demlendiğim ne çok hüzün
kim bilir kimin/neyin uğruna.
İhtimamla sevdiğim itiraz dahi
etmeden söküklerimi diktiğim…
Mevsimse kibirli.
Nice insan kin yüklü:
Elimin kiri ve ruhumda salınan
beyitler huzura meyyal içtiğim su adeta zemzem suyu ihlaslı bir yüreğin yongası
ve açan çiçeğin kırık dalı ruhumdaki sükût yalnızlığımdaki sadakat yüce Rabbime
koştuğum yüce Rabbime meyyal bir kapı aralığından girse de güneş elbet bu
umudun elbet bu sevdanın devamı var…
Bir tutam saç gibi elimde kalan
yorgun yıllardan dökülen.
Uçuşan yapraklar elbet semada saklı
manevi âlem.
Yeryüzünden değil.
Bir hiç yüzünden asla değil.
Hiçliğimin sarmalında ve özlemin
gölgesinde neşrettiğim duyguların duyumları seslerin ve sırça köşkümün ihlali
yeşeren çiçekleri yaşaran gözlerimle suladığım kadar ve yağan rahmeti içime
çektiğim…
Keşke yaşamak da yazmak kadar kolay
olsaydı…
Demesem bile evrenin arz ettiği bir
dikte:
Elbet ayaklarım yere sağlam basarken
başım da dimdik hiç olmadığı kadar ve hiç olmadığım kadar güçlüyüm ve sebatkâr
ne de olsa:
Emir büyük yerden…
Mademki Allah var gam yok…