Düş takvimleri takriben bir ömre
yayılı zaman iksiri zamanın sihri acının beldesi hüznün dili aşkın mertebesi ve
Rabbin Dergâhı…
Esen rüzgârda saklısın esmeye dair
bir güncenin ışıldağı mevsimin kaç bayta denk düştüğünü bilmesem de zamanın
izafi olduğu hayatın afaki yokuşları.
Körelen değil sadece körelten
yalnızlığın kırık kırgın sayacı:
İklimlerden hüzün.
İklimlerden özlem.
Öznesi saklı değil şairin bilakis
ayan beyan sevdiği kadar sevgiyi kat izinde saklı sevdası.
Mevsim bahar ertesi.
Mevsim kışın sözüm ona ta kendisi.
Mevsimlerden seken göçmen kuşlar gibi
hurafelerin, rivayetlerin asılı olduğu bir nehir değil asla bilakis yerin göğün
kâinatın her evresi hükümranlığında Mevla’nın inancın varlığı hiçliğin
sarmalında günbegün büyüyen özlemin rakkasesi adeta sözcüklerin çeperinde saklı
şairin saf kan yalnızlığı saf tuttuğu safiyeti.
Edebi kaygıları yok bilip de geldim
kondum beyaz ovaya o beyaz bakir sayfaya.
Mumlar yakmadım.
Tütsüler çoktan söndü.
Ama bacanın dumanında saklı o kokuyu
o isi o sisi nasıl yok sayarım hele ki aşkın adı iken İstanbul hele ki aşkın ta
kendisi iken Edebiyat…
Ah, keşke sadece Edebiyattan ibaret
olsaydım Kafka’nın izinde hüznün gizinde yoğun yaşadığım duyguların tek mecali
bir özlem bir de umutla konduğum yüreğin ara ara muştalandığı kadar sessizliğin
ve yalnızlığın öfkesi.
Radarıma takılı gün ışığı.
Renklerin en hası elbet saf tuttuğum
kadar beyazı.
Hali hazırda masum kalmayı iyi kötü
becerdiğim yeter ki sönmesin hanemin ışığı.
Kasideler nemli.
Gamlar hüzün yüklü.
Notalar çığırtkan.
Yürek aşka düşkün…
Hep mi solundan kalkar insan?
Sağdıcım mevsim dilimde, yüreğimde
Besmele elbet sağ elim elbet sağ kanadım anne ve yine solumdan kalktım bu gün
çünkü ben sevgiyle aşkla yatıp kalktım bir ömür.
Gamzesinde saklı sözcükler kalemimin.
Kırgın.
Kırık meali zemheride buz kesen
sözcüklerin yankısı.
Ve en sevdiğim:
Her sus payı söylem ve nazarında
sessizliğin sözcüklerimle kalemimle deştiğim kadar kendimi dalaştığım kadar
kendime derinde saklı hissiyat ve o tevazu ve işte çöreklendi mi hüzün döküldü
mü günahlarım.
Gürültülü bir sabah:
Yer gök beklemede.
Ve işte hâsıl olan o sessizlik en
büyük gürültü en çok can yakan görünmez kılındığınız entarinin altında gizli.
Sesler.
Sessiz yakarışlar.
Varlığın sarmalı.
Hiçliğin kondurduğu bir azap rüzgârı.
Bekası yüreğin.
Bandrolü olmayan bir mal değil kalem:
Bilakis içten içe büyüyen ve tek
servetim tek ziynetim sevgiyle harmanlanmış bir ömür bir o kadar beklemeye
aldığım.
Karanlık olmasa da gün eşlik ediyor
karartılar ve şaibeli gölgeler.
Afrası tafrası dinmezken eşrafın.
Araf’ta saklı varlığım ve kusurlarım
ayan beyan.
Hüzün geçkin.
Hüzün göçmen.
Ve endişe.
Ve kaygı eşiği.
Algıların izi.
Telaşla sevdiğim.
Telaşla ve iki arada bir derede
yazdığım.
Yankısı duyulsun yeter ki varlığımın
ve yine solumda saklı kaygı ve gam…
Gamlı notalar nazenin.
Gamzesinde göğün saklı olduğu kadar rahmetin.
Gaipten gelen sevgim ve coşkum.
Renkler cebbar.
En çok beyazı sevdim.
Matem değil mahrem bir o kadar
mabedimde saklı bilinmezin esaretinde içime doğan gün ışığı bazen solduğum
belki de sofusuyum yalnızlığında ve yüreğin sofası ve işte sevginin eşsiz
sofrası elbet kalemin izi elbet yalnızlığın gizi çöken tortu oysaki ne de güzel
dem tutmuştu mutluluğun.
Biçare olmasam da.
Mahcup olduğum kadar hızına
yetişemediğim duygularım.
Gözüme soka soka isyan edenler.
Burnumdan getirenler hayatı.
Buğrası var olmanın.
Alnıma konan masum busenin hesabını
elbet vereceğim içimdeki çocuğa ve masum bir sevgiye kanat açmışken kanayan
yüreğimden ve benliğimden dökülen günahlarım.
Edebi kaygılarım yok işte an itibari
ile doğaçlama bir gün ışığına daha nazire yazıyorum ruhumun ikbalinde kah kuş
olup uçuyorum kah gül mizacımın üstüne basa basa aldığım o tuhaf hazla
soluyorum.
Soluyorum da havayı.
Soruyorum da kendime hem de bir sorgu
hâkimi gibi aralıksız kendime yüklenip aslında kendi mezarımı kazıyorum o iğne
ucuyla değil sadece kalemin kırık kırgın ucunda semiren bir hüzün de eşlik
ederken yazdıklarımı bazen yok sayıp uzay boşluğuna gönderiyorum yazdıklarımı
ve hayallerimi de en çok da çalınan hayallerimi ve alıntı olmayan bir girizgâh
ile şiir olup açıyorum yetmiyor hikâyeler derliyorum ve yastık altı yapıyorum:
Değer görsün görmesin yazdıklarım ve
romanlarım değer verdiğim kadar evrene en çok kendimi kendimden soyutluyorum.
Bahtımın rüzgârı başım gözüm üstüne.
Kırık tahtımın olmayan dört bacağı
belki de devasa bir idam sehpası her gün üzerinde şiirler dizdiğim bir başıma
yediğim öğünler bir başıma aldığım darbeler ve ben en çok:
Solumdan kalkıp günbegün soluğu da
idam sehpamda alıyorum:
Çayın demi.
Hüznün kekremsi sessizliği.
Duaların gücü.
Ve sevginin…
Tek bir mealim de yok hem benim.
Sağdıcım sol yanım; sofram atladığım
öğünler en çok da kanat açan göğün müdavimi göçmen kuşlara öykünüp bir bir
derliyorum kuş yuvamı ve hanemde esen rüzgâr ve bulutlar ve şükrettim kadar
günüme…
Hep de solumdan kalkıyorum çünkü
solumdaki yangın anbean büyüyor ve ben sevdiğim kadar yandığım, yazdığım kadar
mutluyum…
Kalemimin hörgücünde saklı keramet.
Aşkın da öncüsü iken kalemim.
Solumun hatırına yazdığım yaşadığım
kadar her ne hikmetse…
Sağ ayağımla attığım ilk adım,
dilimde Besmele solumda yangın soytarı yalnızlığım…
Dedim ya:
Solumla yatıp kalkıyorum ki kalktım
da bir ömür düşsem bile dik durmayı bana Rabbim öğretti…
Solumun nazarında bir yazı daha
solarken ölgün gün ışığında geceye kucakladığım…