sessizce yürüyorum
büyük büyük cümleler kuruyorum zihnimde
sonsuzluk perdesindeki bir oyunun
son cümlelerini
yeniden ve yeniden
şu hayatta en iyi neyi yapıyorsak
onu yapmaya devam ederek
ama bütün acılarıyla
hayata bir tutunuşum var ki
bir dala tutunma ihtiyacı bu
çürük eğri büğrü bir dal
dikenli bir dal
ve bu dal
kendine tutunan elden müstağni
Rabbimin birçok günahımı af edeceğine dair umudum
hala taptaze
belki de çok daha eski imtihanların tesiri altındayım
hepsi hayalet misali
birer makine
konuşuyor düşünüyor yatıp kalkıyor
rengi köşesi keskinliği
kanı yüreği var
mesela
bir çiçekçi çiçeklerini suluyor
bir kadın mavi gündüzsefalarının altında oturuyor
bir çocuk kuşlara ekmek ufalıyor
yürüyorum
onca kalabalığın ve gürültünün içinde
yürüdükçe açılıyor önümde koridor gibi yollar
merdivenler sonra yine koridorlar
çınar ağacını arıyorum
kaybettiğim bir anı bulmak için
tüm perdeleri kaldırmak
eskinin tüm esrarını çözmek için
bir güvercin başımın tam üzerinden uçuyor
bir kadın kahkaha atıyor ta uzaklardan
ne yana baksam
kalabalık ve gürültü
kendi dünyasında bir şeylerle meşgul insanlar
bir filmi seyrediyormuş gibi
boşlukta bakışlarım
gözlerimde acının bin bir çeşidi
o kara sevdanın eflatun elbiseli kadını saklı
hayatta gerçekten bir kez bile ağlayamamış
ağlamalarını hep kahkahaların ardına saklamış o kadın saklı
nerede görsem tanırım kahkahalarını
merdivenlerin başına oturdum
su oldum
ateş oldum
hele hele yoktan var edilişe bizzat şahit oldum
aydınlık günün zifiri karanlığa çaldığı zamanlara
ellerimde gün ışığından daha parlak
miskten daha güzel kokular taşıyan
demet demet çiçekler
kolay değil çoraklaşan topraklarda
nazenin çiçeklere bahçıvan olmak
onları en güzel şekilde yetiştirmek
fedakarlığın zirvesine erişen emektar bahçıvan benzeri
bir ömür hiç umulmadık yerlerde
iyilik çiçeklerini yetiştirmek
kalabalık
insan sesleri
güvercinler
dünya dönüyor
merdivenin son basamağında
koca bir karga tepemden uçup
çam ağacının dalına konuyor
bir kozalak düşürüyor önüme
irkiliyorum
titrek bir sesle la havle çekerek
az ileride
seksen yaşlarında birisi
neredeyse iki büklüm olmuş
yoksul olduğu üstünün başının bakımsızlığından belli
hayatın tüm tecrübesini yaşamış bir ihtiyar
sesler adımlara değil
ihtiyar bedenin emanet edildiği bastona ait
camiye gidiyor muhtemelen
anlamlı bir yolculuk
gizemli bir yolcu yol üstünde
asıl anlam yolculuğun yönünde
dünya gamını sırtlamış
beş vakit kutsal manaya doğru ilerliyor
kim bilir bugüne kadar bu yoldan
kaç titrek adım yürüdü
kaç zamanla beraber
mukaddes yolculuğun kaç yolcusu
minareler gül bahçesinin göğe uzanan servileri
ezanlar o serviler üzerinde bülbül misali
aynı ruhun serencamını yaşatıyor
yürek derinliklerinde hisler
peşi sıra koşturuyor
gök kubbeden süzülen ilahi sesin yansımaları
beş vakit yeniden yorumluyor tevhidi
kadim bir geleneğin mümessili ezanlar
köhne patikaları aştığımda
geri dönüp baktığımda
tam burada ağıtları yakılmış eskinin küllerinde
karşılıyor beni şehir
ocak ocak pişmiş sevdalarıyla
kaybettiğim maziyi
bin bir telaşı arasında geçip giden zamanı
düşünüyorum
sabahtan yatsıya
her dem dakika saatler haftalar
ardır bende
saklı gizlidir
iflah olunmaz sancıdır hem
şükürdür
zikirdir
silinmez izler bırakan hatıralardır
belli ki insanlar
ihtiyar yaşların bir gün kendi başına geleceğinin farkında değil
bir zamanlar tüm gençliğiyle bu yolları
dimdik yürüdüğümü hatırlamaya çalışıyorum
beyhude bir uğraş
beden iradenin hükmünden çıkalı çok olmuş
gençlik cevheri uçup gitmiş
geride kalan
hoş bir seda artık
şuurun karanlık bölgelerinden yükselen çığlıkları susturamıyorum
çığlıklar homurtu oluyor nihayet
homurtu uğultuya inkılap ediyor
daha çok gölgeler
daha çok cümleler
içi kendimle dolu
ne çok fikirlerle müzdeviç
konuşuyor
söylenmemiş daha ne çok cümle var
zamanında yapılamayan
beyhude nafile sonuçsuz bir sürü şeylerin
pişmanlığı mesela
bitmemiş yaşanmamış hayatların keşfi gibi
yeni tavırlar yeni vaziyetlerin izharı gibi
kaderin armağanı
cami avlusundaki küçük tesadüfler mesela
hayatı işleten küçük hikayeler…
gözlerim doluyor
çıkıp giden
kaybedilmiş gençliğin yollarda aramakla bulunamayacağını
gençliğin bir dem sürüp
yerini ihtiyarlığa bıraktığını elbette biliyorum
aynı zamanda
ihtiyarlığın da bir ikram olduğunu
nefes alınıp verildiği müddetçe
hala farklı hadiseleri ihtiva ettiğini de biliyorum
hatta armağandan da öte
yaşlılığın bir sorumluluk olduğunu
ben bu yaşta
en çok erguvanları seviyorum
ulu çınara konan sığırcıkları
denizi kışkırtan poyrazı
ensemde dolaşan ıslak parmaklar tatlı bir serinlik veriyor
hiç bitmeyecekmiş gibi
hayat dediğin senden daima bir adım önde gitmeli
bu yaşta
dönüşü işaretliyor saatler
yürekler yarılmış
acı firarlar başlamış
aslında hep süregelen bir sihirdir
ah çığlıklarının göz yanılmasıdır
sakil bir aldanıştır
ince bir zar gibi her an yırtılabilen
her an parçalanabilen
bu yaşta
her tanıdığım bir zeyil
her kayıp bir parça bende
her giden bir hiçliğin unsuru
ne kadar da meçhul
ne kadar da belirsiz
ne kadar meselesiz
hepsi de rüyadaki şekillere benziyor
eskiden çekilmiş resimler gibi
siyah beyaz
belki gerçeği aksettirdikleri için
gerçeklikleri silik
redfer