‘’ İnsan
ölüyor, duygular ölmüş çok mu?.. Dünya zaten eksiklikler yeri;
herkes
bir şeyler arıyor, bekliyor, özlüyor. Kimi kendine dert etmeden yapıyor bunu,
kimi de
kıvranıp
duruyor bir an önce tamamlanmak için. Ama hiçbir zaman tam olmayacak hiçbir
şey.
Çünkü
tamamlanma yeri dünya değil, ahiret. Gideceğimiz yer geldiğimiz yerden iyi
olsun
da… Sen
içindeki güneşi parlak tutmaya bak, bulutları da fazla önemseme. Bulutlar
önünden
gelir
geçer. Bak bu anahtar kelime; GEÇER!”(Alıntı)
D/eşilesi bir ocak
bir ruh bir tümsek.
Revnak duyguların
muteber esintisi…
Ve şahsına münhasır
bir kelime:
Yeter ki geçinmeye
gönlü olsun insanın…
Geçkin şarkılar
kumsalı.
Gergin bir ipte
yürümenin bedeli.
Varlığın yansıması
ve yokluğun kültürü ve küflü duyguların küskünlüğü…
O mermer mezar
başlığı aşkın na’şında saklı ölüm belki de devasa bir özlem şairin tünediği
günün efkârı.
Salkım saçak
sözcükler.
Bir sıradanlıktan
çok öte sırasız ölümler.
Geçkin mevsimin
şehla gözleri ve aşkın kutsal revnak hüzün cetveli.
Ayırdına varmalı
insan bir açmaza düşse bile açmalı kutuyu.
Geçer mi, sahiden
de hafız, söyle bana?
Geçinmeye gönlüm
yok hem artık bu saatten sonra.
Geçer bunlar da
geçer ama unutmak ne kelime?
Bir tefrika.
Bir çizelge.
Bir temaşa.
Bir tevazu.
Yüküm ağır, be
hafız!
Ağırdan aldım hem ben
hayatı tutuşan beyazın karanlıktan duyduğu hicabı ben de hissettiğim her gün
batımında bir koşu geceye sığındım ve karanlığa.
Geçemediklerim var
en çok ben kendimden geçtim.
Geçerli kılınan
duygularım var en çok da namert fısıltılardan sektim.
Geçer, dediler ama
geçmedi.
Akşam pazarı
yalnızlığın gönül tezgâhı.
Sabanın nefesinde
doğdum geceye varmadan öldüm de:
Ölümlü şiirlerde
dikiş tutturdum ayan beyan:
Ama dedim ya:
Her biri ölümlü.
Ölümsüzlüğe
öykündüğüm kadar ben ölümü seçtim ve işaretledim.
Öykümden derledim
ben şiirlerimi aslında şiirlerimle ördüm ben hayatı ve ölgün bir ritimde bir
yitim bildim kalem her noktayı koyduğunda bu yüzden noktadan vazgeçtim:
Binlerce nokta kör
noktan iken…
Binlerce nokta
közünde savrulduğum.
Her noktayı
koyduğumda öldüm.
Her öldüğümde üç
noktalara meylettim ve külümden doğdum gün batımında mezar sessizliğinde bir
sonraki günü önce iple çektim sonra kalemle…
Kendimi men ettiğim
kadar noktadan…
Külliyemde uçuşan
sarı noktalar ve de…
Küskünlüğüm de
bundandır gayrı.
Hicabın eşiğinde
bir tutamağım da kalmadı madem hayata…
Sahi, geçer mi,
hafız bu da geçer mi?
Geçinmeye gönlü
olsun yeter ki insan ve geçinemediğim kadar kendimle bırak üç noktayla
eşleşeyim ve o algı eşiğinde varsın annemin beşiğini sallayayım.
Sarmalında evrenin
bununla sakit olsun hem hafız:
Yeter ki sen geçme
benden…
Elbet bu da geçer
geçecek de…