Esen yel’ e minnettarım ve akan
kanımdaki her bir akyuvara al yanaklarında gün ışığının ak olan alnımdaki
yazgıya da minnettarım.
Bir b/ölü iki iken hecem ve hanemde
doğan güneşin tecellisinde saklı olsa bile elem ve gecem…
Gecenin sabahına minnettarım ve
annemin duasına minnettar bir o kadar mecbur kılındığım kadar hayata ve yaşama
sevincime ket vuran rüzgâra da öncesinde küskün sonrasında bitkin ve yorgun ve
elem kuşlarına değen dudaklarımla hayalini öptüğüm kanatların ansızın bende
biçimlenmesine şaşkın ve imtiyaz sahibi kaderime razı geldiğim kadar bir ömrün
hem bitimine hem ş/ahlanışına.
Ön sözü yok iken günün.
Yarınlara meylettiğim bir kış
sabahını bahara savuran sessizlikle iştigal ve hastane koridorlarında
arşınladığım kedere dahi duacı ve kederimi sevip kabullenebildiğim kadar
yakınım ulu RABBİME.
Yakamdaki ilik.
Ensemdeki ağrı.
Ölümün muhtemel çağrısı.
Kıpraşan iklim ve dinmeyen iç sesim.
Günüm geceme duacı.
Gecem gündüzüme vurgun ve sürgün.
Sürüklendiğim hayatın.
Sünepe addedilse bile görünürdeki
yaşantım ne ki ne?
İç dünyamla iştigal iç sesim.
Dış sese kapalı iken minnet etmediğim
nice insan.
Sevgiyi telaffuz ettiğim koca ömrün
kıyısına vurmuş bir çakıl taşı misali ve yorgun bedenimden üreyen hayallerim
bitkin addedilsem bile hali hazırda ayaktayım ve beklemeye almış olduğum hayatı
yaşarken güldür güldür.
Göğün kanaviçesi.
Yalnızlığın getirdiği tekbiri içime
ta içime çektiğim.
İzbandut gölgelere taviz vermediğim
kadar ruhumun uğradığı tacizi tekmeyle savurduğum o yalancı dünyanın bir kum
tanesine eşlik etsem bile kumdan kalelerim yıkılsa dahi kalem ise suskun
kalender ruhum ve kaynayan içim.
Minvalim mi?
Meylettiğim mi?
Yoksa saklı olduğum bir mizansende
savurduğum nidalar mı volta attığım dar koridorlar ve sığamadığım bahçede
savunduğum içimdeki sessiz nidalar.
Göğün kapıştığı iken yerküre.
Ölümün mührü.
Yüreğin közü ve külü.
Külliyen yalan dediğim hangi söylence
ise insanların yalanlarına itibar etmediğim kadar canım yana yana yaşadığım şu
umre midir yoksa beni Rabbime yakın kılan aciz varlığımla Allah rızası için
kolayca sevebilip insanları dost bilip de dilimden dökülmeyen her ne ise
pelesenk olmuşken bir kere kara gönüllere.
Tarifi yok.
Arif olan anlasa da.
Tasnifi yok.
Tasfiye ettiğim dünüm ve günümde
hüküm süren hüznüm.
Komplimanlar.
Kodes duvarları.
Kâinatın bekçisi melekler.
Ve içimde yaşattığım cenneti bana çok
görüp acımı ve çaresizliğimi kendi karanlık cehennemleri ile eşleştirenler.
Çalan telefon beklediğim her olası
haber.
Ağdalı sözcüklerden arınıp beynimi
boşa verdiğim başa sardığım hayat öyküm.
Rengimin artık yok iken önemi.
Sevgimin de yok iken dirhemi kimse
hak eden etmeyen yüreğimde saklı tuttuğum derin çok derin bir sevgi densiz rüzgârların
hali hazırda yıkamadığı kadar beni kanatlarımda açan çiçeklerin diline rengine
duyduğum hayranlıkla akça pakça bir kader bellemişken yaşadığımı karanlık bir
dehlizde adeta kolluk kuvvetim iken sevgim ve iman gücüm.
Teşrif eden yeni gün.
Tahakkuk eden sürgün.
Taziyelerimi sunmaktan derdest
olmuşken dünde kalan ölgün takvim ve yüreğimin kum saati.
Ben ki delişmen bir rüzgâr.
Ben ki seyyah bir acıyla yaşadığım
ömür.
Ben ki…
Kozum mu?
Kozam mı ayrı düştüğüm.
Ve cılız sesinde umudun ufkuma
b/andığım her yalanı kimse zikreden belki de günahlarımın son bulduğu olası bir
zaman aralığı ve içimde kalan ukdelerden ördüğüm şiirlerin nezdinde bir şair
olsam bile gerçek hayatın nezdinde sadece annesinin gülü.
Göğsüm.
Rütbem.
Söküklerim.
Bense vereceğim son nefese değin
korumacı bir asalet ve evlat unvanıyla kendime sahip çıktığım kadar gözümün
nuru bir sevgi masalında anneme adadığım ömrümle demem o ki: sakit olsun olan
biten neyse bununla ve bitiminde hüznün devasa bir yama saklı olsa bile
yüreğimin na’şında ıskaladığım kadar mutluluğu telaffuz edip edeceğim en
muhteşem duygu iken Rabbime sadık sevdalı bir kır çiçeği dik durduğum kadar
diklenirken de cihana ve insan neslinin dinmeyen acımasızlığına gülüp geçtiğim
kadar benzememek adına bir Allah’ın kuluna…