Allah
inancına ancak selim bir akılla ulaşılabilir
(İlyas
KAPLAN-İlahiyatçı ,Araştırmacı,Yazar)
Akıl
- İman İlişkisi
İslam literatüründe iman, tasdikin, yani Türkçe’deki ifadesiyle doğrulamanın, onaylamanın karşılığıdır. Dolayısıyla iman şüpheyi kaldırmaz. İmanın ve dolayısıyla onunla aynı anlamı taşıyan tasdikin zıddı ise, yalanlama (tekzip) ve inkâr anlamına gelen küfürdür.
Haliyle küfür, doğru olanı inkâr anlamına geldiği gibi; bir bakıma nankörlük ifadesi olarak doğru bir şeyin yalanlanması anlamını da taşır.
“tasdik” de bir bilgiyi doğrulamak olduğuna göre; bilgi, “tasdik”ten, yani “iman”dan önce gelir. Dolayısıyla imanı, sağlam bir bilgi zemini üzerine inşa etmek esastır.
Bununla birlikte, tek başına bir bilgi de insanı mutlak bir imana ulaştırmayabilir. Dolayısıyla bilginin gerçek manada imana dönüşebilmesi için, kalbin ve duyguların da devreye girmesi, aklın kabul ettiğini, kalbin de benimseyip içtenlikle tasdik etmesi gerekir.
İman için akla dayalı bilgi çok önemli olmakla birlikte, bu, tek başına yeterli değildir. O bilgiyi tasdike dönüştürmek gerekmektedir. Tasdik ise bir tercih meselesidir.
Haliyle tasdik, bilgiye göre daha özel bir mahiyet arz eder. Her tasdik elbette bir bilginin sonucudur; ama her bilgi, zorunlu olarak tasdiki, yani imanı doğurmayabilir. Çünkü az önce de ifade edildiği gibi, iman, yani tasdik bir tercih sorunudur.
Neticede imanın, hem akıl hem de bilgi ile doğrudan sıkı bir ilişkisi vardır. Akıl bilgiyi doğurur; bilgi ise insanı tasdike sevk eden en önemli unsurdur.
Kur’an,
imanı, Allah’ın varlığı, ahiret hayatı ve vahiy-nübüvvet bağlamında, bir
taraftan mantıkî, diğer taraftan ahlakî temeller üzerine inşa etmeye çalışır.
Böylece, tasdik, bilgi ve aynı zamanda mantıkî temelleri olan bir şey olduğu için, mantığın veya varlığın temel ilkesi olan “yeterli neden” veya “nedensellik” ilkesinden hareket edilerek evrendeki varlıklara dikkat çekilmek suretiyle “üstün deliller” ile bunlar üzerinde düşündürülerek gerçekleştirilmeye çalışılır.
Kur’an, aklı kullanarak imana ulaşmayı önerirken, özellikle yaratılışa, evrene ve evren içinde gerçekleşen olaylara dikkat kesilmemizi salık verir.
Nitekim Kur’an; “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peş peşe gelmesinde,… Allah’ın gökten indirdiği su ile ölü toprağı diriltmesinde, her tür canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır” derken, “üstün deliller” ile işte bu noktaya dikkat çekmektedir.
Ayrıca yine Kur’an, gökleri direksiz yükseltip, güneşe ve aya boyun eğdiren, işleri yöneten; yeri yayıp orada dağlar ve ırmakları var eden, her türlü üründen çifter çifter yetiştiren bir Allah’ın varlığına iman etmeye çağırırken de yine akledip düşünerek bu gerçeğe ulaşmamızı bizden istemektedir.
Kur’an’dan verdiğimiz sadece bu iki örnek ayet bile, imana ulaşmada aklın önemine vurgu yapması bakımından yeterlidir. Kaldı ki iman yolunda akletmenin önemini vurgulayan daha pek çok Kur’an ayetinin varlığı bilinen bir gerçektir.
Kur’an sadece iman noktasında değil, imanın gereği ve uzantısı sayılan eylem ve ahlakî davranışlarımızı bile düşünen akla göre tanzim etmemizi de önermektedir.
Ancak bu husus şimdilik bizim çalışma konumuzun esasını teşkil etmediğinden üzerinde durma gereği duymuyorum. Kur’an, Allah’ın varlığı ve birliği inancına akıl yoluyla ulaşmamızı bizlere önerirken; O’nun, yani Allah’ın Zatı üzerinde akıl yürütmemizi değil, yarattıkları hakkında düşünmemizi ve bu şekilde, buradan hareketle O’nun varlığı inancına ulaşmamızı bizden istemektedir.
Çünkü bizler, gerçekte, Allah’ın Zatını ve mahiyetini bilemeyiz. Bizler ancak, O’nun yarattıklarını müşahedelerimize, gözlemlerimize dayalı akıl yürütme (istidlâl) ile kavrayabiliriz.
Gözlemlerimiz genelde duyu organlarının bir işi iken, gözlem ve tecrübelerimiz yoluyla ulaşabileceğimiz tümel sonuçlara ise ancak akılla, akıl yürütmeyle ulaşabiliriz.
Haliyle bizler gözlemlerimize dayanan bilgilerden hareketle bilinmeyene doğru sistematik bir düşünce sistemi içinde Allah’ın varlığına ulaşabiliriz.
Aklın, akl-ı selimin ürünü olan derin ve incelikli bir akıl yürütme bizi sağlam bir imana ulaştırdığı gibi; neyin doğru ve iyi, neyin de yanlış ve çirkin olduğu bilgisine bizleri ulaştıran da esasen akıldır.
Dolayısıyla Allah bilgisine, imanına ancak selim bir akılla ulaşılabilir. Allah sevgisi de nihayetinde akletme sonucu insan kalbinde hayat bulan bir gerçekliktir. Çünkü aklı olmayanlar, ya da onu gereği gibi kullanmayanlar –ki esasen Kur’an’ın sözünü ettiği akıl budur- sevgiden de yoksun kalırlar.
Allah sadece akıl sayesinde bilinebilir; çünkü aklı olmayanın esasen dini de yoktur. Kur’an’a göre kalp imanın merkezi; kalp de akıl yetisi, bir çeşit teorik akıl demek olduğuna göre, iman ile akıl arasında kaçınılmaz bir ilişki olduğu ortadadır.
Dolayısıyla imana giden yolda aklı, akletmeyi yadsımak, gerçekte imanı da yadsımak anlamı taşır. Çünkü evren ve evrende olanlar ile Kur’an üzerinde düşünüp taşınacak, akıl yürütecek ve böylelikle Allah’ın varlığı ve birliği fikrine ulaşacak olan akıldır.
Dolayısıyla iman, akla, akıl sahibine hitap eden bir kavramdır. Haliyle iman konuları akılla bilinebileceği gibi, bu, aynı zamanda dini bir yükümlülüktür. Çünkü Allah’ın varlığı ve birliği, evrenin O’nun tarafından yaratıldığı ve peygamberliğin gerekliliği gibi iman konuları akla, akıl yürütmeye dayalı kesin delillerle bilinebileceği gibi; esasen Allah, bu gibi konularda aklî düşüncenin önemine vurgu yaparak onu dinî bir vecîbe de kılmıştır.
Dolayısıyla akıl, iman için gerekli şarttır. Akıl olmadan sahih bir imanın gerçekleşmesi mümkün değildir. İnsanın fıtratı da esasen bunu gerektirir. Çünkü insan, başlangıçta küfür ve imana sahip olmaksızın yaratılmıştır.
Allah, insana akıl vermesiyle birlikte onu Kendine muhatap almış; imanı emredip küfrü yasaklamıştır. Böylece insanlar da Allah tarafından kendilerine bahşedilen akılları sayesinde, kanıtlarıyla birlikte Allah’ın varlığını ve birliğini onaylamış olurlar ki, işte bu, onların imanıdır.
Aklî delillere dayanan objektif kesin bir bilgi sonucu imana ulaşmak, araştırmaya dayalı bir imanı, yani tahkikî imanın gereğidir ve imanda makbul olan da esasen budur.
Dolayısıyla, araştırmaya, kesin bilgiye dayanmayan körü körüne bir iman, yani taklidî iman, İslam’ın benimsediği, onayladığı bir iman değildir.
Aklın
önemini öteleyen fideist iman anlayışlarını İslam benimsememiştir. İslam’da,
aklî delillere dayalı inanmanın hem teolojik hem de ahlâkî temelleri
bulunmaktadır. Çünkü insanlar, neye, niçin ve nasıl iman ettiğinden dolayı
sorumludurlar.
Dolayısıyla onlar, sorumluluklarının gereği olarak, imanlarını, sağlam temellere oturtmak durumundadırlar.
------
1-Bakıllânî,
Ebûbekir Muhammed b. Tayyib, Temhîdu`l-Evâil ve Telhîsu`dDelâil,
2-Bekâroğlu,
“Bir Anahtar Kavram Akıl”, I. İslam Düşüncesi Sempozyumu,
3-Bolay,
Süleyman Hayri, “Akıl”, DİA.
4-Cevherî,
İsmail b. Hammâd es-Sıhâh (neşr. Ahmed Abdulgafûr Attâr), Dâru’lİlm,
5-Cozo,
Muhammed Ali, Mefhûmu’l-Akl ve’l-Kalb fî’l-Kur’ân ve’s-Sünne 6-Cürcânî, Seyyid
Şerif, Ta’rîfâtü’l-Cürcânî,
7-
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu`l-Ekber, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içinde, çev. Mustafa Öz
8-Esen,
Muammer, İman, İmanla İlgili Kavramlar ve Temel İnanç Esasları, İlahiyat
Yayınları
9-Güler,
İlhami, İman Ahlâk İlişkisi
10-Abdulbaki,
Kur’an’da İşlevsel Akla Verilen Değer,
11-Gazâlî,
İhyâu Ulûmi`d-Dîn,
12-Isfahânî,
Ragıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân,
13-Isfahânî,
Ragıb, ez-Zerîa’ ilâ Mekârimi’ş-Şerîa’, Mektebetü’l-Külliyâti’lEzheriyye,
14-İbn
Manzûr, Lisânü’l-Arab, (neşr. Ali Şîrî),
15-Kurtabî,
Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an,
16-Mâtürîdî,
Ebû Mansûr, Kitâbü’t-Tevhîd
17-Pezdevî,
Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi (çev. Şerafeddin Gölcük), 18-Râzî, Fahruddin,
Mefâtîhu’l-Gayb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
19-Yavuz,
Y. Şevki, Kur’an-ı Kerim’de Tefekkür ve Tartışma Metodu, 20-Zemahşerî, Muhammed
b. Ömer, Esâsü’l-Belâğâ, Dâru’t-Tenvîri’l-Arabî