Düşlerim mi, hafız tekbir getiren?
Bir aldatıda saklıyım oysa düştüğüm
kadar gözünden insanların belki de o düş’ ün kıyısı…
Hani, hani, sözcüklerin kıyıya
vurduğu ve tüm gerçeklerin de anayurdu iken sevgi…
Neye meyyal mi?
Ya da neden niçin demenin izi mi geçmeyen?
Ruhumun can kırıkları, sevgili hafız
ve sen bakma gözyaşlarıma bakma gök taşlarına başıma yağan çarpan kapılara da
aldanma bak tüm kapılar kapandı o günden bu yana.
Meylettiğimse öyle bir iklim ki…
Mealimse recim edilen bir resimde
gizli.
Makbul olansa sevgi diye bildiğim
dillendirdiğim dilemması yalnızlığın bazen kelamın dindiği bazen selamın
yittiği o kara parçası…
Ah, hafız…
Ben ana kıtasıyım yalnızlığımın
kalemimse bir yarım ada.
Savsaklandığım ömrün hem meali hem
vebali bak sen köpüren öfkesine sözcüklerimden akan kana bak sadece bak
gökyüzünde asılı o resme.
Bir miladım vardı öncemde ki doldu
miadı.
Bir meramım var ki sözcüklerin
yandığı kubbe.
Külliyemse külliyen yandı kül oldu
bense bir gülün meziyetinde önce açtım sonra soldum ve dilimlediğim yüreğimi
yavaşça yola soktum.
Acının hasıdır içimde saklı.
Acının ta kendisi haiz olduğum.
Ben ve fukara yüreğim bazen bir gözaltı
bazen bir başkaldırı.
Yitimlerin sesiyim bir bitimde
yeşeren tohum gibi.
Başladığım her iş ise yarım kaldı
sözüm ona yarınlara meylettiğim.
Dününü arar mı insan hem de safça saf
tuttuğu o hayatta safiyet yüklü yüreğindeki safkan sevgiye de ışık tutan
hüznüne delalet şakıyan sesinde sevginin şarlayan iblise aldırış dahi etmeden
bir hayalin daha mı yitip gittiğidir sanır mısın ki sancılı bir doğumda nice
sanrıdır izini sürdüğüm gerçeklerin de kaygan rotası.
Gönlümün kopçası koptu.
Gürleyen sesinde göğün şimşekler
yağdı başıma.
Bahşedilen nefesi hep boşa tükettim
sabrımla şükrümle dik durduğum kadar da direnmedim mi sanırsın bunca yenilgiye
rağmen bil ki bir yanılgı değildir ruhumu saran ve bak hali hazırda arkasını
topluyorum gidenlerin.
Gönlümün rüzgârı.
Acının tahtı.
Özlemin tarhı.
Sevginin bahtsızlığı.
Tahtımı da kaptırdım bahtımı da
savurdum ve sözüm ona savundum kendimi saniye sürmez iken mutluluğum saydım
durdum kaç bin kere ölüp kaç milyon kere öldüğümü.
Zevcesi sözcüklerin yoksa bir cezvede
midir saklı olan köpüklü hüzün?
Zanların uçuştuğu zarfların içinde
saklı mektupları yazan kim sahi?
Şiarımsa şiir.
Şair olmaya ne hacet?
Sihirli bir dünyanın resmini çizmedim
mi ben kendimi bildim bileli ve evet, şiirle ve seninle çok geç tanıştım lakin
yabancılık çekmiyorum asla ama sadece kendime uzağım ama sadece kendime tuzağım
ama kendime düşman ve de tekkk dostum iken sen sevgili hafız, baba yarım
annemin diyarında salındığım sevgi denen tarhın mizacıyım ve göğün sarkacı ve şiirin
sarnıcı ve işte ben Samanyolunda saklı bir yıldızım mehtaba sevdalı.
Gönlümdeki tek arzu kavuşmaktır
hidayete akabinde nihayete.
Yalnızlığımın sırça köşkünde
yaşadığım kadar da asaletle.
Anlamsızlığın iz düşümüydü
seyrüseferinde gecenin gün ile müsemma bir ışık huzmesi serilesi yorgun ruhumda
endamlı bir hicretin acı dolu bir hicvin tecellisi.
Vuku bulandı gün.
Vakıf olduğum kadar hüznün şeceresi
ve işte o ılıman iklimden sökün eden sözcüklerin rotasında saklı semanın mahzun
bakışında meylettiğimden de öte iken mealim köpüren denizin telvesine bandığım
yorgunluğun dilemması.
Hüzünlü bir lehçe iken yalnızlık.
Sömürense ömür salkım söğüt misali
uçuşan duygularımdan arındığım kadar ar bildiğim arz ettiğim acının mizacında
içimden taşan acının racon kestiği dik açılı bir üçgende sabahladığım yakamdan
da düşmediği kadar karanlığın dik başlı bir sonda direncimin sınandığı kadar
gerçektim ben düş görsem de gözüm açık hayallerin deminde nemlenen yüreğimdeki
iklim kadar değişken ve delişmen bir coğrafya bellediğim aşkın kürediği o
eksen.
Ölümü erteleyebilirdim hem sevgili
hafız: her yitimde başlardım ta baştan her hecede saklı iken yalnızlığın
çölünde açan çiçek gibi tekbir getirirken yüreğim bir tabur dolusu asker saklı
idi içimde.
Emir-komuta zincirinde bir emir eri
gibi yüreğime verdiğim sev emri ve işte ansızın rücu ederdim aslıma andaki
mevcudiyetimle dünde saklı ne kadar anı varsa ar bildiğim duyguların hicvine
yenik düşmeden kaskatı kesilmiş bir bedenle yorgunluğumu kovabilirdim kapıdan
korunda hüznün tek kozum iken de sevgi türeyebilirdim ölüm sonrası ağıtlar
yaktığım bam telinde sevdanın bağrıma bastığım kadar sözcükleri bir ulak da
bellemişken kalemi…
Zincirleme reaksiyon iken alamadığım
nabzım.
Zar tutan kadere tabi olduğum kadar
mademki kumarda kaybetmişti kalemim aşkın hızına yenik düşüp hazzında ölümün
devasa bir sarkıt misali içime saplanan her sözcüğü şiar edinebilirdim de
yazmaya durduğum şiirlerin suretinde saklı güneş gibi bir batında doğan gün ve
gece gibi…