Aşkın manzumesiydi ruhumdaki seferi
yolculuk ve de zemherinin tercümesi içime esen serinlikten sökün eden düşler
göğün katlandığı yerkürenin kanatlandığı ve işte seyyah yüreğim ve yolluğum ve
mealim ve tükenmek bilmeyen servetim mademki aşkın şahikasıdır kalemim…
Nodülleri mazinin nüktedan bir
misafir ağırladığım kadar pamuk kalbim.
Aşkın hasılası.
Yüreğin havsalası.
Manidar bir kelam gökten zembille
inen ilhamın plakası.
Huzurun arifesinde.
Yalnızlığın sükûnetinde.
Ölümün dişli faturası da kesildi mi
payıma…
Payidar olsun ruhum berhudar ol,
sevgili ustam…
Çırak usta ulemasıdır bizim
beraberliğimiz: yerde ararken seni gökte bulduğum ve karıncalanan dualarımın
nakşında ölü bir bedenden de fazlası kalacaktır arkamda.
Siman tanıdık, usta:
Dün ve bu gün ve yarın.
Tahsil hayatım boyunca kimse bana
öğreten bilgiyi…
Hayat denen okulda ihtişamlı bir
hüznün seferberliğinde tutulan nutkumun da çözüldüğü hele ki yok mu bağdaş
kurduğum o gönül soran…
Azadesiyim düzenin.
Azık bildiğim nimete duyduğum şükür.
Beynamaz kâfirlerin sureti görmezden
de geldiğim bir ömür.
Yerle yeksan edilmiş düş meclisi ben
ki asi/l bir nefer bir vekil.
Sözcükler darmadağın.
Ruhumsa patiskadan.
Aşkın eşrafı ve ölü sözcüklerin na’şı
siperimde saklı tuttuğum kadar.
Ölgündü gün.
Mermer mezar başlığı…
Ölümsüzdü sureler aşka bandığım ruhum
her ezan vakti ve noktasına virgülüne zapt ettiğim yorgun zamanların savaşçısı
bense zemheride solan bir gül…
Güleç simamdan dökülen binlerce parça
öncemde dökülen güllerin çoktan solduğu ve düş pazarında asılı hayallerim yerle
yeksan edilmiş mabedimin seferi hüznü.
Terk edilmiş bir coğrafya ise eğer ki
kabrim.
Temas dahi etmediğim yeryüzü iklimi.
Tema’sı ömrün göz temasından kaçınan
zalimin dinmez iken de zulmü…
Bir düş sandığıdır içine s/aklandığım
kefenim iken yüreğimin yongası zemheride delicesine üşüten gamlı notaların
rotası aşk iken azadesi evrenin aşikâr aşka aşina gözlerim bir o kadar
yabancısı olduğum nefret denen muhitin ahvalinden alabildiğine uzak beynamaz
gölgelerin lanetinden kaçabildiğim kadar ve kapıştığım iken ruhumun asil rüzgârı
ile demlendiğim…
Bir rengim ben aşikâr ölümle sevişen.
Bir de kil’ im ki ben öncemde kumdan
kalelerim yitip giden suretim ve sükûnetim ruhumu cezbeden o devasa dalgalar
bense kâh çiy tanesi kâh bir damla muhatabım olansa meleklerce kutsandığım doğaüstü
bir sevdaya kucak açtığım iken miladım dolmayan da miadım varsın olsun
mimlensin efkârım.
Hazan bohçam kırışıklıkları ile ünlü.
Hüzün teknemse dibi delik dümeni
kırdığım ütülü semanın yegâne yıldızı varsın olsun annesinin nazlı kızı…
Ve yitenim.
Yutansa kabrim.
Deşildiğim kadar dalaşan iblisten
uzak.
Deştiğim yaralarımla ördüğüm hüzün
hırkam misal.
Göğün temsili resmi yağan yağmurun
hikmeti.
Yerkürede saklı bir seferi yıldız
artık ne zaman kaydıysa rotasından ve saf kan âşık saf bir âşık mehtaba
yıllanmış sevdasında saklıdır nazireleri nezdinde aşkın kıyama duran mehtabın yorgun
ve aydınlık cüssesi.
Cebbardır hayallerim ben ise cenkte.
Çerezdir şiirlerim asıl ne var ne
yoksa elbet söyleyemediklerim…
Yazamadığım kadar en güzel şiirimi.
Yazgıma razı tecelli eden kederimi…
Nutku tutulan bülbülün güle hasreti.
Ve işte otağı kurduğum o devasa
buluta…
Ve orak misali biçilen ruhuma…
Eş güdümlüdür mermiler mabedime
yağan.
Ruh ikizimdir şehri İstanbul
Yeditepe’sine hayran olduğum kadar bellediğim illa ki dünyanın sekizinci
harikası bir de bir araya gelmek bilmeyen o delişmen iki yakası…
T/uzağındayım aşkın.
Tüten dumanı Paşabahçe vapurunun.
Bir yasa mahiyetinde yağan yaşın
yasın ihbarı ve külçe ağırlığında yüreğim ne zamanki rölantiye alsa berduş
kalemim…
İçtiğim çaydan dahi zehirlenebilirim
ve sarhoş nidalarında çeyizlik sandığında rüyalarımın bir asker gibi de nöbete
durduğum saymayı unuttuğum mutluluğu uğurladığım kadar şafağı atan şafağın
nazenin gönüllü neferi aşkın kubbesinde yaşayan bakir sözcükleri bazen mısra
bildiğim bazen kefen bezi mahiyetinde sürgün edildiğim coğrafyaların yaralı
müridi.
İndimde yaşayan.
İnhisarında bulutların külünden doğan
zaman zaman.
Zaman aşımına da uğramazken benliğim
ve ruhum hatta bedenim efkârın bam teline basılı bir yaygara gönlün
muhabbetinden ödün vermediği bir derya ve işte hikmeti sevginin bilindik ne
kaldıysa çentik attığım yüreğin şeceresi bazense gizemli bir t-cetveli göğün
menkıbesi yerkürenin hezimeti nasıl ki elçiye zeval olmaz varsın olsun kâh
zarif kâh zaruri bir teselli yeniden doğmakla iştigal kalemin her nutku
tutulduğunda göçtüğüm kadar bedenimden göçük altında da kaldı mı kalemim…