‘’Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor
içeri. Yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O
yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir
karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam
arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar
deliğinden sızan
havayla ışıkta…’’(Ahmet Telli)
Bildiklerimi unutmalı mıyım ve yalnızlığın rahvan
kanatlarında ölü iklimlerden mi derlemeliyim yalnızlığın kutsandığı doğaüstü
alışkanlıklarımın da kundaklandığı o minvalde yeniden mi başlamalıyım yaşamaya
ve tüm yazdıklarımı imha edip ve elbet sahip çıktığım kabullendiğim yazgıma
rest mi çekmeliyim birileri böyle istediği için…
Kirvesiyim zanların
asla da zaman aşımına uğramayan.
Zirvesiyim pervasız
gönlümün, sev dediğine riayet ettiğim kadar mıdır sirayet eden ilhamıma?
Sergüzeşt besteler
fısıldarken adımı.
Zerdüşt ise uykuda
tekbir getiren hayallerin merdiven altı gerçekliği midir yoksa gel-geç aşkların
şahlandığı değil varlığın meddücezrinde saklı o intiba.
Gün bitimi.
Yürek yitimi.
Seyyah yolcuların efkârı
güne tüneyen gece ikbali ışık isyanı sevgiye itibarındansa bana ne bana ne?
Zifiri karanlık
muhabbet ehli samanyolu.
Seferisi gölgelerin
huzura doğru.
Telkin etmekle tesir
etmek arasında bir ikilemde kaldığım ve göğün şatafatlı beyazlığına şirk koşan
zalim.
Bir tekmil.
Bir san.
Bir de şan.
Her an solabilirim
günden bağımsız geceye duyduğum özlemse dünde kalmışken.
Zemheri ölgün
ümitlerin üşümesine yol açan ufkun genişliğinde geniş mezhepli insanlara
itirazım ve isyanım da değil elbet rivayet o ki: yakındır mutluluğun yüreğime
saplanacak oku ve nur yüzlü kadınlar akça pakça teninde bulutların miski amber
iken yayılan koku umut tohumları ekilesi bir şavkı bir de şevki çok gören kimse
mazlumun sevdasından çıkıp da yola bir çocuğun şaşkınlığında göğe yükselen uçan
balonun terk ettiği hayaller ve düşler bahçesinde seken bir zıpkın misali.
Solgun ve silik
değil.
Yaygın eğitim hiç
değil.
Mektepli sevdaların
alaylı rotaları ve ansızın sevebilirken insan, hayat okulunda susayan bir şiir
misali şiirin sevdasına bir parmak bal çalan imgelerin duasına da Âmin, diyen
şairin içten yaşları.
Yaş alsa da.
Yaş bilse de
içindeki ormanı.
Yas bildiği ne ise efkârına
yenik düştüğü.
Ve işte yasa
mahiyetinde ansızın sararıp solduğu.
Geçkin gün geçimsiz
gönül.
Sancılı doğum
sanrılı ömür.
Sarkacı yıldızların
ve mehtabın sevdasına ayna tutan güneşin uydusu gibi uyuya kalan bir rengin
ıstırabı:
Rest çektiğim şu
cihan bazen bir metafor bazense üşüten metazori rüzgar ve kalıbımı b/astığım
asla yüzüme takmadığım bir maske ve nicesi masallarda yaşanan aşklara öykünen
varsa yoksa aşkın neferi.
Güz dönümü.
Yüzölçümü.
Ölçeksiz bir
harita.
Önsezili şair.
Yitimlerin öncüsü
yetimin ayak ses Rabbin bahşettiği nefesi sevgiye harcayan bir o kadar sevginin
dilemmasında varsın şair kazsın mezarını kalemin ucuyla ya da şairin kendine
batırdığı çuvaldızı ve söylesin şiirler fısıldasın melekler ve Sağır Sultan da
bu muhabbete ortak olsun ne de olsa dinmeyen nazına niyazına riayet ettiği
kadar evren ve delişmen ruhunda gamlı notaların ve işte ansızın zuhur etti umut
ve o kırılgan ve de her kapıyı açan sol anahtarı.
Yalanım yok hep
solumdan kalkarım lakin sağ adımımla dilimde Besmele ile de başlarım günüme ve
tutulan illa ki solum tutuşan da bir romans iken süregelen o vaveyla kurban
olurum sevdiklerime ve yaratan yüce Rabbime.
Kulp takan kimse
şiire ve şairin yerinden yeller eser sökülen apoletine eşlik eder hicran belki
de bir anahtar deliğinden firar edecekken yaşam ve işte kapının anahtarı elbet
yine yeniden şairin elinde içindeki izdiham sonlanmazken ihbar ettiğidir
yalnızlığını kuytusunda muradının külbastı sözcüklerdir yüreğinin yorganının.
Yonttuğum ve de
hayra yorduğum ve aralıksız yorulduğum:
Sahi yolu yordamı
var mıdır mutluluğun bazen bir enkaza dönüşen genelde külünden doğan uçuşan
tülünde sitemkâr rüzgârın üşüyen bedeninde bir reverans misali kalemin nazik ve
kibar restinde saklı iken şairin mizacı gücüne gittiği kadar yalnızlığını da
bir o kadar sevdiği ve elbet sıkışıp kaldığı o anahtar deliği aşkın da erbabı
ve göğün müdavimi.
Şarlatan imgelerden
başını alıp da başını kaldırıp da gördüğü kubbesi aşkın ve künyesinde doğasının
gerektirdiği ne varsa bir bir yerine getiren sevdanın mersiyesi acının
irsaliyesi sözcüklerin ve kalemin tok sesinde tokmak misali ruhuna vuran nasıl
ki davulun sesidir kulağa uzaktan hoş gelen ve işte şairin tüm boşlukları
doldurma arzusu her kapıyı da açtığı gibi kötülükleri nefreti örten üstüne
aşkın lades dediği kadar da hükmü her yerde geçerli iken soluyla yatıp soluyla
kalktığı evrenin nidalarında saklı o anahtar deliğine en iyi gelen ve de şairin
yüreğine: minnacık bir sol anahtarı, ah, sen nelere kadirsin…