‘’Gitmeleri severdim.
Sayfalarını
kirletmediğim kutsal bir kitap gibiydi gidişlerim.
İçimdeki kıyameti susturmak için annemin duasına giderdim.
Ne yapılmayacaksa onu yaptığımda Peygamber’e,
Kendini yenilmez, devrilmez, ölümsüz görenlerin şerrinden Allah’a giderdim.
Bir özür için gittiğim en iyi dosttu aynalar.
Bu özgürce gidişleri, içe dönüşleri ne uğruna terk ettim?’’(Alıntı)
Öksüz şairin ihbar
ettiği gibi…
Gitmeleri ben de
çok sevdim ne çok hata babında iken terk edişlerim ve bir adım ötesi, terk
edilişlerim…
Tehir ettiğim kadar
hayatı.
Tasfiye ettiğim
kadar da mutluluğu…
Benim ruhumun asla
bir neşteri olmadı çünkü tutulan nutkumla biçtim kendimi derinden yetmedi:
İçtim kendi kanımı.
Kendimle kan
kardeşi kimsesizliğin külliyesinde demledim ben sevgimi ve kendimi nihayetinde
şiirlerimi.
Hep bıçkın
kabadayılara öykündüm:
Kız başıma naralar
döktüm yollara.
Açılası kapıları
değil kovulduğum kapıları mesken bildim.
Hem, hem de benim
asla bir köyüm olmadı:
İstanbul iken
meskenim ve İstanbul iken mektebim yaşadığım semt olsa da bir köy ben tüm uzak
köyleri köyüm bildim.
Ha Kadıköy ha Moda.
Güldüler de kahkaha
ata ata.
Kovulduğum onca
köyün kapısı belli ki dış kapının mandalı bellediler beni ve ben öcümü aldıkça
aldım tüm kovulduğum köylere muhtar atandım.
Muhtırasını vermişti
bir kere kader.
Yüz göz olduğum
kadar da kederle ve kırık tekeri cihanın üstü örtülü aşkların ve hayallerin de
ruh ikizi iken iç sesimden hallice harfiyen de uydum insanlar ne dediyse.
‘’İstanbul’u severdim.
Her yer
birbirine benzerdi, İstanbul hiçbir yere…
Atlar gökyüzünde uçar, kuşlar yeryüzünde koşardı.
Mevsimler şehre, bahar içimize gelirdi.
Küçük dünyamın büyük kavgaları vardı.
Boğazda gemiler yağmalanır, Çamlıca’da kuşlarıma yıldırımlar çarpardı!
Ama yine de severdim.’’(Alıntı)
Öksüz şaire mi
öykündüm şimdi de?
Ya da o muydu bana
tıpa tıp benzeyen ve tahliye olmayan duygularımı ektim şehrin Yeditepe’sine
firar da ettim edeli şehirden yol yakınken geri dönmeyi de şiar edindim.
Hüznün kesif
sessizliği ise bir milattı:
Yaşım var yok beş
ya da yedi.
Yasımla iştigal
olmadığım henüz başında iken hayatın ve bir gün babaannem ölüverdi:
Hani, ilk aşkım.
Hani, ilk
arkadaşım.
Gidip de döneceğine
nasıl da kanmıştım.
Bir gitti ki gidiş
o gidiş.
Ben de gidiverdim
kendimden ve onun odasını odam bildim ve kırkı çıkmadan uyudum yatağında sabahı
ise dar ettim.
Gitmişti aslında
gitmemiş iken ruhu.
Ölümle ilk
tanışıklığım ve de korku ile ilk serzenişim.
Ertesinde adım dahi
atmadım odasına ve ruhani gel-gitlerin kümesinde boş kümeye denk düştüm düşeli
ölümü hep sessizce andım ertesinde.
Erteleyeceğim bir
hayattı beni bekleyen.
Aşkın hem nakşı hem
nakkaşı hem de ilk na’şı.
Bedenim diri.
Ruhum ölgün.
Aşk ise ilk
kiracımdı yürekten esen yelin söndürdüğü kadar hayallerimi akabinde aşka erdim
aş erdim aşka ve hep çocuksu bir mahcubiyetle sevdim ben sevilesi sevilmeyesi
her kim/ne varsa hicretim bildim sevmeyi karşılığı olmayan yollara göz dikişim
karşılığı olmayan aşklarda ise kendimden vazgeçişim.
Demişti ya şair:
Gitmeleri seven.
İstanbul’u seven.
Hiçliğini sevense
bendim ve tek maruzatımdı içime geçen hiçlik.
Kıymet bilmezlerin
vardığı ilk durak.
Kayda değmez
hüzünlerin dehlizi.
Aşkın erime ve
kaynama noktası.
Basıldıkça bam
telime asıverdim ben de kendimi o sirk cambazının yürüdüğü ipe seriverdim
hicranımı.
Bir canavar iken
büyüyen nefreti insanların.
Bir hüzün skalası
iken de içimde büyüyen yalnızlığın isyanı.
İbraz ettim.
İbresi yok bildim
kendimin.
İkamesi ölüm.
İdamesi sürgün.
İzahı olmasa bile
hüznün…
Kendi ismime şirk
koşmuşken hüznü ve kendi ismime şerh düşmüşken ölümü.
Kayıtsız kaldığı
kadar insanların ve işte ruhuma yerleşik o Şimal Yıldızı.
Haz etmediğim kadar
göbek adımdan ben hepten bir yıldıza denk düşmüştüm doğdum dolalı.
‘’Kendime
kandırmalık hayatlar yaptım.
Ağlayarak acılar azalttım.
Tekrar unutmak için her şeyi hatırladım.’’(Alıntı)
Öncem var iken
yoktu ki bir sonram.
Sonrasızlığın
sonsuzluğunda hicap edilesi bir masal kahramanı gibi gözümü kırpmadan sevdim
seveli insanları ve de tanışıklığım ilhamı ile aşkın ibaresi hüzün ve de özlem
iken ve işte gizli olmayan öznemin izinde saklı bir dua gibi kendime vardığım
bir beddua gibi kendimi yok saydığım…
Bir minval ki
meylettiğim.
Bir mizaç ki kaçkın
aklımın şirk koştuğu.
Gölgemi dahi
kovabilmişken başucumdan ve kaçırmışken çoktan ipin ucunu.
Bir kördüğüm.
Bir lahit.
Belki de altına
imzamı koyduğum yazdığım sayısız akit…
Adı ölümle anılan
nerede ise tüm sevdiklerim beni bir bir terk etmişken…
Benimse beni terk edemediğim.