ŞEYTAN
İMPARATORLUĞU
Dünyayı cehenneme çeviren ABD’nin şeytani yüzünü
görmemiz gerekiyor. Neden şeytan diyoruz? Çünkü ülkeleri birbiriyle savaştıran
stratejiler geliştiriyor. Silah üretip, satıyor. Masum insanlar, cehenneme
dönen ülkelerinden kaçıyor; Türkiye başta olmak üzere batılı ve Ortadoğu
ülkelerine sığınmacı-mülteci olarak gitmek zorunda kalıyor. Binlerce çocuk,
yaşlı, hasta ve genç insan kaçamadıkları için katlediliyor. ABD’nin tek amacı
var, yeryüzü egemenliğini ele geçirmek. Kendi sömürge alanlarını genişletmek.
Kendine rakip gördüğü başta Rusya’yı, Çin’i, Japonya’yı ve Kore’yi saf dışı
bırakmak. Ancak bunları başarmak o kadar kolay olmayacak. Çin, artık
durdurulamayan bir güç olarak ABD’nin en zorlu rakibi.
Şimdi adım adım, özet halinde konumuza girelim:
Kristof Kolomb’un 1492 tarihli şu mektubu mutlaka
okunmalı ki, konunun muhtevası anlaşılsın:
“Muhammed inanışına, her türlü zındıklığa puta
taparlığa düşman olan ve kutsal Katolik Hristiyan dinine gönül vererek onu
yücelten Ekselansları, hükümdarlarını ve topraklarını görmek, yaradılışlarını
öğrenmek ve onları kutsal dinimize döndürmek için kullanılması uygun düşecek
yöntemi araştırmak üzere ben Kristof Kolomb’u, adı geçen Hint ülkelerine
göndermeye karar verdiler. Doğuya kara yoluyla gitmememi, bunun alışılmış bir
yol olduğunu, bugüne değin kimsenin geçmiş olduğuna dair kesin tek bir iz
bulunmayan batı yolunu tutmamı buyurdular.”
ABD Emperyalizminin tarihi serüveni
Sömürgecilik,
güçlü devletlerin askeri gücünü kullanarak başka toprakların zenginliğini
zorbalıkla ele geçirmesi ve bu topraklarda egemenliğini kurmasıdır. Emperyalizm;
Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkmış, kapitalist toplum biçimi olmakla
birlikte temelinde ekonomi vardır. Bu anlayış, feodal toplum düzeninin ortadan
kalkmasından sonra tekstil sektörünün gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Zorbalığa
dayanan emperyalizmi kapitalizmin yeni versiyonu ya da modern sömürgeciliğin
bir başka adı olduğu söylenebilir. Kapitalizm ya da emperyalizmin içinde mali
bir oligarşik yapıyı koruyup kollayan bir hukuk sistemi vardır.
ABD’nin
kontrolünde bulunan Atlas Okyanusu kıyılarına İngilizler yerleşerek 13 adet
koloni kurmuştur. Bu kolonilerin başında İngiliz kralı ya da yerli halkın
seçtiği valiler bulunuyordu. Avrupa’da patlak veren yedi yıl savaşları
sonucunda bu koloniler İngiltere’den ayrılmak istemiştir. İngiltere ise
ekonomik buhran yaşadığından kolonilerinden yeni vergiler toplamıştır.
Amerika,
sömürgelere çay götüren üç İngiliz gemisine saldırıp, çayları denize dökmüştür.
Bunun üzerine İngiltere çayların bedelinin ödenmesini istemiş ve Boston limanını
abluka altına almıştır. Filedelfiya’da toplanan sömürge temsilcileri İngiltere
ile savaşmaya karar vermiştir. 1775 yılında İngilizler, Boston yakınlarında
Amerika’ya ait silah deposuna baskın düzenlemiştir. Bu saldırı sonu-cunda savaş
çıkmıştır.
İngiltere,
Amerika’yı kontrol altına almak istemesi üzerine Virginia sömürgesi
bağımsızlığını ilan ederek İngiltere ile savaşa tutuşunca, diğer sömürgelerde
bağımsızlıklarını ilan ederek Filedelfiya’da, 1776 tarihinde ikinci kez
toplantı düzenlenerek, topyekun İngiltere ile savaş kararı alınarak İnsan
Hakları ve Bildirgesini de kabul etmişlerdir. Bu belgeler ABD Anayasası’nın
temelini oluşturmuştur.
XVIII.
yüzyıl ortalarında sayıları on üçü bulan koloniler, Amerika Birleşik
Devletlerinin temelini oluşturmuştur. 1776 yılında on üç İngiliz kolonisi Genç
Amerika Cumhuriyeti’ni oluşturmuş, bir okyanustan diğerine uzanan toprakları
fethetmiştir. Bu dönemde koloni sistemi giderek sömürgecilik politikasına
dönüşmüştür. Nüfus artmış, tarıma dayanan ekonomi gelişmiş, iş adamları ticari
faaliyetlerde bulunmuştur. Yeniçağ” olarak
adlandırılan dönemde yaşanan coğrafi keşifler sonucunda “sömürge imparatorlukları”
kurulmuştur.
Avrupalılar
o dönemlerde “ticareti ve Hristiyanlığı” medeniyetin temeli olarak
gördüklerinden, bu fikirlerini gittikleri her yere yayma amacı gütmüştür.
Sömürgeci düzenler uzun süre ayakta kalabilmiştir ancak resmi sömürgecilikler,
daha derin izler bırakarak kısa bir süre sonra tarih sahnesinden çekilmiştir.
Örnek: Fransa, Cezayir’de 132 yıl, Güney Vietnam’da 100 yıl kadar kalabilmiştir.
Hans
Neisser, 1960-1963 yılları arasında emperyalizmi şöyle tanımlamıştır: “Bir
ulusun doğal sınırlarının ötesindeki nüfusu kendi siyasi yönetimi altına almak
amacıyla bu sınırların ötesinde bir imparatorluk kurma sürecidir.” Nadel ve
Perry Curtis; emperyalizmi “egemenliğin veya kontrolün dolaylı veya dolaysız
şekilde genişletilmesi” olarak tarif etmişlerdir. Hans J. Morgenthau ise emperyalizmi
statükoyu yıkmaya yönelik politika olarak tarif etmiştir. Lenin ise;
emperyalizmi kapitalizmin en ileri aşaması olarak tarif etmiştir.
ABD’nin
emperyalist iştahının Kristof Kolomb ile kabardığını söyleyebiliriz. Zira
Kolomb 1492 yılın-da Atlantik Okyanusu’nu aşarak Amerika’ya ulaşan ilk Avrupalı
olarak bilinir. Colomb, bu yolculu-ğu sırasında Yeni Dünya sandığı Hint
adalarına gelmiş ve buraya San Salvador adını vermiştir. İşte bu tarihten
itibaren bu adalar işgal edilmiş, insanlar katledilmiştir. Bu sömürgecilik
anlayışı, Vietnam’a ve Güney Amerika ülkelerinden Japonya’ya kadar uzayan
tarihi süreçtir.
Savaşların
temeline bakıldığında mutlaka emperyalist bir anlayışla karşılaşırız. Ülkeleri
işgal eden zihniyet, işgal ettiği topraklarda vakit kaybetmeden üslerini
oluşturur ve bu üsler üzerinden savaşlar yürütülür.
1. Dünya savaşının çıkış sebebinin tamamen ekonomik
sebepler olduğu bilinen bir gerçektir. Devletlerarası bloklaşmalarda Almanya,
Avusturya, Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan ittifak grubunu; Fransa ve Rusya
itilaf bloğunu oluşturmuştur. 1917 yılına kadar tarafsız kalan ABD, Almanya’nın
itilaf devletleriyle ticari faaliyetlerini engellemesi üzerine 1917 yılında
savaşa girmek zorunda kalmıştır. ABD’nin yapılan savaşta adı geçmese de savaşın
içinde etkin rol oynamış; üçlü itilaf devletlerinin galip çıkmasını
sağlamıştır.
1920’li yıllarda ABD ekonomik refah içindeydi. İşçi
ücretleri artarken çiftçilerin kazançları da artmıştır. Amerikan halkının
% 40’ı otomobil, buzdolabı, radyo alabilecek duruma gelmiştir. ABD, savaş öncesi
ve sonrası dönemde borç alan ülke durumundan artık borç veren ülke durumuna
gelmiş-tir.
ABD’de iktidar cumhuriyetçilerin eline geçince; ülke
genelinde ekonomik ve siyasi bunalımlar baş-göstermiştir. Sorunların başında
göçmen sorunu gelmekteydi. 1933 yılında ABD’nin uygulamaya aldığı kotalı “Göçmen
Yasası” ile birlikte 14 milyon Amerikalı işsiz kalmıştır.
ABD’nin görünürde tarafsızlığı Japonya’nın 1941
yılında Pearl Harbor’da bulunan ABD üslerine saldırısıyla bozulmuştur.
İngiltere’nin talebi üzerine tüm fabrikalar silah ürettiler. Önce Amerika
üzerine, sonra Kuzey Afrika’da, İtalya’da ve Fransa’da Normandiya çıkarması
adı altında savaşı kazanana kadar askeri destek sağladı. Bu savaş, 7 Mayıs
1945 yılında Almanya’nın teslim olmasıyla son bulmuştur. ABD, Japon saldırılarına
karşılık olarak Hiroşima ve Nagazaki’ye iki atom bombası atmıştır.
İkinci dünya savaşı, sömürgeciliğe dayanan
imparatorlukları ekonomik yıkıma uğratmıştır. Bu dönem ABD’nin küresel
bir güç olarak ortaya çıktığı dönem olmuştur. ABD, bu gücünü kullanarak
Avrupa’nın tüm ihtiyaçlarını karşılamış, tarım sanayisini güçlendirmiştir. Batı
Galler Bölgesi eyaletleri, Atlantik cephesinin ihtiyacı olan silah ve
mühimmatın % 35’ini, Pasifik cephesinin ihtiyacının % 86’sını karşılamıştır.
Neticede savaşın galipleri SSCB ile ABD olmuştur. Fransa ve Çin galip gelen devletler olarak kabul edilseler de zayıf ülkeler durumundaydılar. Gelinen bu durum, SSCB’nin sosyalizmi yayma dönemi olurken; ABD demokrasi-sini yayma dönemi olmuştur.
Savaş
sonrasında neler oldu?
Savaş
sonrasında dünya barışını sağlamak için bir takım adımlar atıldı. San
Francisco’da Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu. Amacı gayet insani
görünüyordu: Ülkeler arasında barışçıl ilişkilerin kurulması ve dünyadaki
ekonomik, siyasi ve toplumsal hakların gelişmesini sağlamaktı. Avrupa ülkeleri
savaşlardan yılmıştı ve barış istiyordu. Roosvelt’in halefi olarak ortaya çıkan
Truman, bir kriz ve soğuk savaş yaratmanın gayreti içine girmişti. Truman
Doktri’nin amacı; komünizmin yayılmasını engellemek için tüm Avrupa ülkelere
askeri destek sağlamaktı. Bu fikir, ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshal’ın
adını taşıyan “Marshal Planı” ile hayat buldu. Marshal Planı ile yıkıma
uğramış Avrupa ülkelerinin toparlanmasını sağlamaktı. 1949 yılında ABD, Kanada
ve 10 Avrupa ülkesi herhangi bir saldırıya karşı Kuzey Atlantik Anlaşması
Örgütü’nü (NATO) kurdu. Bu gelişmeler ya-şanırken SSCB’de nükleer silah
üretmeye başlamıştı. ABD’de, SSCB’ne karşı nükleer silah üretimini artırdı.
Araştırmacıların
yaptığı açıklamalara göre ABD’nin küresel gücünü belirleyen dört alan vardır.
Sonuç
itibariyle; ABD’yi süper bir güç haline getiren bu dört alanın bir araya gelmesidir.
ABD, II. Dünya Savaşı’ndan öncü güç olarak çıkmış, teknoloji ve üretimde
üstünlüğü ele geçirmiştir. ABD, kendisini uluslararası ilişkilerde özgürlüklerin
ve özel mülkiyet haklarının savunucusu olarak göstermiştir. Dün olduğu gibi
bugün de ABD, kendisini sonsuz sermaye birikimine adamış, tüm kesimlere liderlik
etmektedir. Bu makaleyi hazırlarken akademikkaynak. com’dan faydalandığımı
belirtek isterim.
Yakın tarihimize baktığımızda, Orta Doğu coğrafyasında ABD-İsrail kaynaklı bir projenin işlerlik kazandığını görüyoruz. 8-10 Temmuz 2004 tarihinde ABD Başkanı George W.Bush'un başkanlığında Sea Island, Georgia'da düzenlenen G8 zirvesi sonrasında, BOP'un genel olarak benimsendiğine dair bildiri yayınlanmıştır. Bu proje kapsamında 2003 yılından başlayarak Libya, Irak ve Suriye ABD emperyalizmin hedefi haline geldi. Libya lideri Kaddafi linç edilerek öldürüldü. Irak lideri Saddam Hüseyin idam edilerek öldürüldü.
Sonuç olarak:
Rusya, ABD ve batılı ülkelerin yayılmacılığına karşı ve tabi ki kendi politik çıkarları gereği Suriye’yi koruma altına almıştır. Adı önceleri BOP olan, sonradan GOP olan bu proje, Ortadoğu’yu bir üçüncü dünya savaşının çıkış noktası yapmak istemektedir. Bence, Yahudiliğin amacı olan Arz-u Mevut idealini Armagedon ile gerçekleştirmek
Bu durumda, İslam ülkelerinin bir an önce bir araya gelerek küresel yayılmacılığa karşı koyması gerekmektedir. Ancak durum çok kötü! Arap ülkelerinin çoğu, BOP’un hayat kaynağı olan İsrail ile siyasi, iktisadi yönden sıkı bir işbirliği halindedir. Kardeş ülkelerin cehenneme dönüşmesi umurlarında bile değil. Filistin-Gazze örnekleri orta-da...