2Y-1G
Yaklaş, yakala ve geç: İnsanın kendisiyle yarışı.
Her nedense insanoğlu hayatının büyük bir bölümünde ideal bir toplum nasıl inşa edilir, diye kendine sorar. Galiba bu sorunun cevabı küresel gelişmeler! Yirmi birinci yüzyıla girdiğimiz şu dönemlerde bilişim teknolojileri akıl almaz hızla gelişiyor ve onlarca olumsuzlukları da beraberinde getiriyor. Olumsuzlukları getiren bilim, teknoloji değil elbet; insanlığı bir gömlek gibi askıya asan ve dünya hırsıyla yaşamayı hayat felsefesi haline getiren gözü doyumsuz canavar ruhlu insanlardır. Teknoloji ve bilim, insanoğlunun hayatına kolaylık getirmenin peşindedir. Tıp bilimi; insanoğlunun hastalığına çare bulmanın peşindedir.
İnsanlığın, aynı zamanda kendi mezarını kazmaya niyetli ve odaklı bir takım küresel ilaç ve teknoloji çeteleri, insanları daha da hasta etmek; ilaç ve tedaviler üzerinden katlamalı gelirler elde etmenin hesabını yapmaktadır. Bu çalışmalar yanında tarım alanında da insan sağlığını bozacak ve çeşitli hastalıklara neden olacak gübre, ilaç ve tohum üretiyorlar. Bu gerçekleri şu an bilmeyen hiç kimse yoktur. Bu tehlikeli durum karşısında devletlere düşen görev; yerli ve milli bilim, teknoloji ve tarımda kullanılacak tohumu, ilacı, gübreyi bizzat kontrollü olarak kendi imkânlarıyla üretmek ve insanların sağlığını korumaktır. Denetimli politikalar uygulanmadığı için küresel sömürü düzeni açık alan ve imkân bulduğu için elinden gelen ihaneti bilim ve teknolojiyi kullanarak yapmakta ve insanlığa ihanet etmektedirler.
Dünyanın çeşitli coğrafyalarında insanlık düşmanı küresel çeteler aynı amaçlar etrafında birleşerek faaliyetlerini sürdürüyorlar. Dikkat edersek şayet, bu asırda yeni tür hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Kapitalist zihniyet; devlet normları dışına çıkarak/çıkarılarak tüm kurum ve kuruluşların özelleşmesini savunuyorlar. Devlet denetimi ve kontrolü olmayacak bu karanlık sömürü düzeninde! “Hedefe varmak için her yol mubah” veya "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” zihniyeti, kapitalizmin şaşmaz prensibidir.
Öyleyse ne yapmalıyız, diye düşünmeden edemiyorum şu cahil halimle.
Bu küresel cellatlığa set çekecek tek direnç noktası milli yönetim ile bilim ve teknolojidir. Üniver-sitelerimizde yetişen öğrencilerimiz uzunca bir dönem pratik yaparak bilim ve teknik alanda bilgisini ve becerisini geliştirmeli ve buna devletin öncülük yapması gerekir. İlerleyen süreçte bu bilim insanlarımızın ufkuna düşen bilime yaklaşmak, o noktayı yakalamak ve kendini geçmektir.
Geçmiş dönemlere bir bakalım; tüm dünya insanlığı bilimde ve teknolojide ilerlediği için mi dün-yamız bilim ve teknolojiye kavuştu. Hayır! Milyonlarca insan arasından bir Pasteur çıktı, 1885 yılın-da kuduz aşısını buldu ve insanlığı kuduz hastalığı belasından kurtardı. Milyonlarca insan arasın-dan bir Edwvard Jenner çıktı; 1749-1823 tarihleri arasında çiçek aşısını buldu. 1962 yılında yine milyonlarca insan arasından John Enders çıktı kızamık aşısını buldu ve insanları bu hastalıktan kurtardı. Milyonlarca insan arasından 1403-1472 yılları arasında bir Ali Kuşçu çıktı; astronomide, fizikte ve matematikte çığır açtı ve milyonlarca insan bu bilim sayesinde gelişmeye devam etti. Aynı şekilde 980-1037 yılları arasında bir İbn-i Sina çıktı; kızıl, şarbon, karaciğer ve hepatit hasta-lığının tedavisini buldu. Hacamat tedavisini de ilk uygulayan bir Türk hekimidir. “Tıbbın Kanunu” adlı 14 ciltlik dev eseri Batı üniversitelerinde yıllar boyu başvuru kitabı olarak okutuldu.
Onlarca örnekten sadece bir kaçına yer verdikten sonra düşünüyorum: Bir dahi kişi, dünya insan-lığını çeşitli hastalıklardan kurtarıyor. Bilimiyle, teknolojisiyle… Bu dahi insanların farklı özellikleri vardı. Bildikleriyle yetinmemişler; ileri, daha ileri ve hep ileri gitmişlerdir. Bıkmadılar, usanmadılar ve “bu kadar yeter” demediler. Kanımca bu dahi insanlar, ilmi anlamışlar/içselleştirmişler, yaklaş-mışlar; sonra yakalamışlar ve yakaladıkları bilimi, teknoloji yeni buluşlarıyla taçlandırmışlar.
Şahsen ben bu bilim insanlarını Yüce Allah’ın insanlığa birer armağanı olduğunu düşünüyorum. Bu noktada Yüce Allah, insanların dinine-milliyetine bakmıyor. Azimle, samimiyetle ilim/bilim yolunda çalışanlara bilimi/ilimi nasip ettiğini geçmişe ve günümüze baktığımızda görüyor ve anlıyoruz.
Hülasa; her insan bilim insanı olamaz veya her insanın bilim insanı olması beklenemez. Böyle bir beklenti boş bir beklentidir bence. Ancak bu böyledir diye insanlar, kendini gereksiz ve yetersiz görmemeli. Özellikle nitelikli eğitim alan gençler, branşları dâhilinde kendini geliştirip yetiştirmeli. Devletimizde, geleceğin bilim insanlarının önüne hedefler koymalı, geleceğin bilim insanlarının imkanlarını genişletmeli, her alanda can güvenliğini sağlayarak yurt dışında eğitim almalarına yol açmalıdır. Unutmayalım; yakın geçmişte TÜBİTAK mühendislerimiz küresel çeteler tarafından kat-ledilmişti ve bu bilim insanlarımızın geliştirdiği proje dosyaları da çalınmıştı. Bu küresel çeteler ne acıdır ki, halen bulunamadı! Sizce düşündürücü değil mi?
Hükümetlerimizin de yüzde yüz milli olması gerekiyor. Delme-çakma, aklıyla problem yaşayan, sadece koltuğunu düşünen müptezel-çıkarcı kadroları iyi tanımalı; tercihlerini de ona göre yap-malıdır. Her alanda parmakla sayılabilecek kadar bilim insanı yetiştirebilsek bile hem ülkemiz adına hem de dünya insanlığı adına büyük bir kazanç elde edeceğimize inanıyorum. Türk insanın çok zeki olduğu Avrupalı bilim çevrelerince kabul edilmektedir.
Tek reçetemiz; sağlam düşünebilen, sağlam analiz yapabilen, sağlam tercihlerde bulunabilen, eği-time önem vererek; bilimde, fende, tıpta, teknolojide çağı yakalayabilmemiz için planlı-programlı ve ehil eller tarafından yönetilen bir ülke yönetimine kavuşmaktır. Gerisi laf-ı güzaftır, havanda su dövmektir.