Ben Koşarken De Seni Sevmiyorum Hüsnüye
Hüsnü’ye, seni sevmek değil, yaklaşman içimde bir yangın
başlatırken, bu yangını söndüremiyorum; aynı zamanda kalbimde soğuk rüzgâr
estiriyor, üşüyorum. Her gün seni düşündüğümde, kaçmanın yollarında içimdeki
sancılar daha da artıyor. Gözlerin, hayatımın en karanlık anlarında bile
parlayan bir yıldız gibi parlamıyor nedense! Hayallerimde seninle yürüdüm,
lakin ara dar sokaklara sığamadık. El ele tutuşup güneşin batışını izleyemedim;
oturduğumuz banklar, kemiklerinin iri olması nedeniyle hepsi kırıldı. Ama
gerçek dünyada, bu hayaller yalnızca senin dünyanda bir hayal olarak kaldı.
İçimdeki bu aşktan kaçmak, buna aşk demekte aşka kaba gelecek kusura bakma aşk,
bir yudum suya hasret kalmak gibi; her an seni özlemiyorum. Seni sevmek, en
güzel duygulardan biri değil, aynı zamanda en büyük acılardan biri. Her gün
cesaretimi toplayıp kaçmayı düşündüm ama korkularım beni durdurdu; üstüme
düşersin, altında kalırım diye çok korktum, belki çekincem buydu! Belki de en
büyük korkum, senin bu duyguları reddetmemendi, üstüne düşmendi.
Hüsnüye, seni sevmemenin getirdiği bu sancılarla baş başa
kalmak zorundayım. Ama yine de seni sevmemek, hayatımın en acı hatırası olarak
kalmayacak. İçimdeki bu sancı, hiçbir zaman aşk diyerek dile gelmeyecek; yok,
hiç dile gelmeyecek, dilsiz, lal kalacak çünkü seni aşkla sevmiyorum ki, belki
de sonsuza dek kalbimde bu acıların saklı kalmasının neticesinde hep
üşüyeceğim. Seni sevmek, üçgenin iç açılarının toplamından daha zordu sana
anlatmak. Her bir duygum, açıların kesiştiği noktada birikiyor, kırılıyordu.
Gözlerindeki derinlikte kaybolmamak, içimdeki karmaşayı daha da artırıyordu.
Ama bir gün, bu karmaşanın içinde cesaret bulup sana açılmayı
denemeyeceğim; deneme yanılma payını hesap ederek sana açılmayacağım, bir
pencere gibi. Belki de duygularımı ifade etmek için karakola giderek ifade
vereceğim; onlar ifade almaktan anlamaktan hoşlanırlar. İçimdeki bu yangını
ancak onlar söndürecek, seni tutuklayacaklardır. Her kelime, içimdeki bu aşkı
dışarıya vurmanın bir tırmanışıyla sana varmanın yolunu umut etme bir yol asla
ve asla olmayacak.
Hüsnüye, seni düşündüğüm her an, içimdeki bu karmaşanın daha
da derinleştiğini hissediyorum. İç derinliğimin açıları büyürken, dış
açılarımın çapı küçülüyor, çaptan düşüyorum. Ama yine de seni sevmemenin
getirdiği bu sancılarla baş başa kalmak zorundayım, çünkü bayağı ağırsın ve bu
ağırlığın getirdiği dengesizlik problemiyle yaşamak, bu denklemi çözmek
zorundayım. Matematik hocama sordum; denklemin dengesizliği ve ağırlığının
altında kalmam, bunu çözümsüzlüğe ittiğini, çözümünün zor olduğunu söyledi.
Seninle olan hayallerim, bir denklemi çözmek gibiydi; her bir his, birbirini
etkiliyor ama doğru cevabı bulamıyordum, çözemiyordum, dağılıyordum.
Bu aşk, bir matematik problemi gibi karmaşık ama bir o kadar
da güzel değildi; sancıyı çeken ben, bana naz yaparak zor da olsa sev diyen
sendin. Belki de bir gün, bu denklemi çözecek cesareti bularak tüm kaçış
yollarını kapatacağım. Ama o güne kadar, içimdeki bu paradoks, yaradoks, boks
maçıyla parçalanmış duygularla yaşamaya devam edeceğim. Her gün, beni sevmek
için yeni yollar ararken, o yollar içinde kaybolurken içimde bir umut ışığı yanıyor.
Bu duygularım seninle hiç buluşmayacak diye. O zaman, içimdeki bu aşkın gerçek
olmayan anlamını anlayabileceksin; lakin karşıdan bakınca bu hiç mümkün
görünmüyor.
Bu sancılarımın açılarını felsefecilere sordum;
"Sancılarını unut," dediler. Ama nasıl unutabilirdim ki içimde sen
bana koşarken o ağır cüssenle? Her düşüncemde, her anımda senin cüssenin
ağırlığının feryadı yankılanıyor: "Benden kaçamazsın," diyerek. Sana
olan sevgisizliğim, içimdeki bu sancıları daha da derinleştiriyor.
Felsefecilerin söyledikleri, belki de bir gerçek ama benim kalbimdeki bu aşk
değil ki; unutulmaz bir yara gibi. Her gün seni düşündüğümde bu yara yeniden
kanıyor. Hüsnüye, içimdeki bu duyguları bastırmak istesem de, her seferinde
seni hatırlamak zorunda kalıyorum. Gözlerin, gülüşün, her anı; hepsi içimde bir
iz bırakmıyor. Unutmak, belki de en büyük hayalperestliktir; o yolu da
bulamıyorum.
Seninle olan hatıralarım, bir gökyüzündeki yıldızlar gibi
parlamıyor. Her biri, içimdeki bu sancıların bir parçası gibi parçalıyor beni.
Ve her gece yıldızları seyrederken seni özlemiyorum çünkü sana çıkan yollarımda
dikenler var, çukurlar var; geçemiyorum ki!
Bu itelemen, yuvarlaman, belki de unutulması en zor olanı
değil; senin sevmemenin olasılıklarını hesaplıyorum. Hesap makinesi olasılık
olanı yüz binde sıfır diyerek yanıyor. Ama yine de içimdeki bu duyguları
aşarak, senli sancılarımı kucaklayarak yaşamaya devam edeceğim. Çünkü sen, her
şeyin ötesinde bana çok büyük geliyorsun. İki kere iki dört ederdi, seninle de
ben bir etmez. Bunu anlamak çok mu zordu? Her şeyin matematiği basit görünse
de, kalp hesapları karmaşık bir denklem gibi. Seninle bir bütün olmanın
hayalini sen kurarken, bu denklemin çözümünü bulmakta zorlanıyordum. Her bir
an, içimdeki bu baskıların ağırlığını artırıyor ama yine de senden kaçmakta zorlanıyorum;
çünkü yakama yapışmış, "Beni sev, beni sev," diye bağırıyorsun,
yalvarıyorsun. Üstüme düşme olasılıklarını hesap ederken, on da on,
"Üstüme düşme oranı," kaçamıyorum.
Hüsnüye, seninle olan bağımız sayılar gibi net değil;
duygularımızın karmaşası içinde kaybolmuş durumdaydım. İki kere iki dört
ederken ben neden bağımsız bir olamıyorum? Bu sorunun cevabını bulmak, içimdeki
sancıları daha da derinleştiriyor. Belki de aşkın matematiği, basit bir formül
değil; her an değişen bir denklem değildi seninle. Seninle birlikte bu denklemi
çözmek istiyor ve senden kurtulmak istiyorum; senin beni sevme ihtimalin varsa,
benim seni sevme ihtimalim hiç yok. Ama her seferinde itelemen, yuvarlaman
içimdeki bu karmaşa beni kudurtuyordu. Seni sevmek, en zor denklemlerin bile
üstesinden gelebileceğim bir güç vermiyor. Ama yine de bu karmaşıklığın içinde
kaybolmak zorundayım. Belki bir gün bu denklemi çözecek gücü bulabilirim ve
senden kaçabilirim çok uzaklara; kusura bakma.
Fiziki olarak sen kemikleri iri, ben zayıftım. Bu fizik
kurallarına aykırı olsa da sen vardın fizikî açımda, fiziksel büyüklükte; bu da
hayallerimin kadrajına sığmazken, sen sığdırmak için beni hep dışarıda
bırakıyordun. Anla artık! Her bir anımızda bu çelişkili durumun getirdiği bir
çekim alanı yok. Senin varlığın içimdeki boşlukları doldurmuyordu; kuşkuyla
dolduruyordu.
Seninle yan yana geldiğimizde bu fiziksel farklılıklar bir
anlam kazanmıyordu; farklı boyutların anlamsızlığı fark edilirken sen fark
etmiyordun nedense. Kalbimdeki duygular, bedenimin ötesine geçmiyor;
ruhlarımızın birleştiği bir alan meydana çıkarmıyordu. Dar sokaklara kaçarken
ancak senden kaçabiliyordum çünkü sen sığamıyordun; kusura bakma. Her ne kadar
görünüşte farklı olsak da, içsel bağımız her şeyin önüne geçemiyordu; geride
içsel olmayan bağsızlıkla, anlamsızlıkla sancılar içinde bırakıyordu beni. Hüsnüye,
sen düşündüğünde bu fiziksel farklılıkların hiç önemi kalmıyordu sana göre ama
bana göre çok önemliydi. İçimdeki bu anlamsızlık, tüm kuralları altüst eden bir
güç değildi; beni sarmıyordu, açıkçası açık konuşayım. Seninle olan anılarım bu
fiziksel dünya ile sınırlı kalmıyor; duygusuzluğumun derinliğinde
kayboluyordum.
Belki de aşk, sadece fiziksel bir çekim değil; ruhların birbirine
kenetlendiği bir deneyim değil, çekim alanı yok aramızda. Seninle olan bu
bağsızlık ilkesi, tüm fizik kurallarını aşan bir sevgi hikâyesi değil;
sancıların çocuğum diyecek kadar acı çeken birisiydim. Bu yüzden içimdeki bu
paradoksu yaşamamak için her gün yeniden cesaret bularak kaçamıyorum. Aynı
okulda, aynı sınıftaydık. Çünkü sen benim için sadece fiziksel bir varlık
değil; kalbimdeki en derin hislerimi yakan birisin.
Dar açılı sokaklarda yolunu beklerken, sen geniş açılı
sokaklarda geçerken yolumuz hiç kesişmedi; bu bana uyuyordu. Dar sokakları bu
nedenle çok seviyordum. Her gün bu sokaklar arasında kaybolmuş gibi
hissetmiyor, kendimi sensiz buluyordum. Seninle buluşmamayı hayal ederken, dar
sokaklarımda yollarımızın ne kadar uzak olduğunu anlamak bana huzur veriyordu. Bu
dar sokaklar, içimdeki duyguların karmaşasını simgeliyor; her köşe başında
senden kaçarken, senin geniş açılı dünyanda olmadığım için seviniyordum. Senin
geçişlerin, benim bekleyişlerime eşlik etmiyordu. Hüsnüye, her an seni
düşünmek, içimde bir umut ışığı yakmıyor; söndürüyor. Neden anlamıyorsun, sana
defalarca söylememe rağmen. Ama bu ışık değil, aynı zamanda karanlık bir gölge
gibi üzerimde dolaşıyorsun, bir karasaban gibi. Yollarımızın kesişmediği her an
huzur buluyorum sensiz.
Belki de aşk, bazen birbirine ulaşmak için en dar sokaklarda
beklemek demektir ama sensiz; mesela Müjgânla, Aylayla, Leylayla. Ve ben her
gün bu dar sokaklarda seni beklemeye devam edeceğim. Çünkü içimdeki bu sevgi,
her engeli aşacak kadar güçlü değil. Dar ve geniş sokakların birbirine kavuşma
formülünü arama; içimdeki bu aşkın karmaşası daha da derinleşiyor ve ben derine
düştükçe senden uzaklaşıyorum. Her iki yolun da kendine özgü bir güzelliği var
ama neden bir araya gelemediğimizi anlamak zor olmasa gerek. Bu sokaklar,
birbirine zıt olsa da belki de bir noktada kesişebilecekleri bir formülü yok.
Her bir köşede senden kaçarken bu formülü çözmeye çalışıyorum. Seninle olan
bağımız, bu sokakların birleşiminde saklı değil.
Hüsnüye, belki de aşk, bu iki farklı yolun bir araya
gelmemesi için gereken denklemdir deme sakın; böyle bir denklem yok. Dar
sokaklar, içimdeki duyguların yoğunluğunu simgelerken geniş sokaklar, senin
özgürlüğünü ve hayatın genişliğini temsil ediyor; anla artık, yorma beni. Dar
sokak arasında kaybolmuşken seni bulmanın yollarını aramıyorum, kaçıyorum;
anlasana. Aşkın formülünü çözmek değil, kaçmanın formülünü bulmak belki de en
büyük çabam olacak. Çünkü seninle bu yolların kesiştiği o anı beklemek,
içimdeki umudu canlı tutmuyor, kaçırıyor. Her gün, bu sokaklarda seni düşünerek
ilerlemiyorum. Belki bir gün, bu dar ve geniş sokaklar bir araya gelse de ve
kalplerimizdeki uyumsuzluk denklemsizlik aşkı hiçbir zaman etkisiyle güçlendirmeyecek
yok edecek, anlasana artık.
İki zıt kutbun çekim alanı olamayacağını mizahi bir dille
anlatayım da anla artık ne olursun:
“Bir gün, Kuzey ve Güney Kutbu bir kafede karşılaştı. Kuzey
Kutbu, sıcak bir çay sipariş ederken, Güney Kutbu hemen atıldı:
"Sen çay içiyorsun, ben de dondurma sipariş ettim! Nasıl
olur da senin sıcak çayına yanaşabilirim ki”?
Kuzey Kutbu gülerek yanıtladı:
"Aynen öyle! Ben sıcaklıkla doluyum, sen ise soğuk bir
buz, birbirimizi çekemeyiz. Seninle bir araya gelmemiz, kutupların birbirine
sarılması gibi olurdu; sonuçta ya ben eririm ya da sen!"
Güney Kutbu, dondurmasını ağzına atarken:
"Evet, senin sıcaklığın beni eritmeden buluşmak mümkün
değil! Düşünsene, ben eriyip ortalıkta su olsam, sen de beni çekmeye çalışsan,
tam bir kaos olur!"
Kuzey Kutbu gülerek:
"Aynen! Zıt kutuplar bir araya gelmeye çalışırsa, ya
biri diğerini yok eder ya da ortalıkta bir çamur havuzu olur. O yüzden, sen
dondurmanı ye, ben de çayımı içeyim; böyle daha iyi!" (bu kısım Alıntıdır)
Mehmet Aluç
Not: Demirci kardeşimin “ben koşarken de seni seviyorum
Hüsniye” yazısından ilham alarak tam tersini yazmaya çalıştım.