‘’Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir,
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir cam açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş
uçtuğunu…’’(A. M. Dıranas)
İhya olası bir redif ya da meal asla
değil hayatımın su küresinde geçtiğine şahit iken Tanrı.
Hem imalat hatası ruhum hem de imla
hatası ismim ve sözcükler dökülüyor peşim sıra aslında benim geçtiğim her yere
sözcükler serpen.
Düşlerim tetiklerken günümü ve ne
yazık ki düş görmekten men ettim kendimi elbet alt belleğim pek söz dinlemese
de.
Bir belirsizlik hüküm süren ve ben
sadece bir belirteç olmak adına düştüm yola bir kez.
Yüreğimin göstergesi.
Ah, ruhumun kırık fay hattı…
Ve uyumsuz addedilen mizacım ve
fıtratımda şakıyan hüzün kuşları bir o kadar kolaylıkla neşelendiğim.
Sözcüklerim belki de mısır koçanında
kalan son taneler gibi sonra ansızın bir mısır tarlasında buluyorum kendimi ve
ekip biçmeden toprağı derken mısır patlağı gibi çoğalıyorum ve yenileniyorum ve
arınıyorum.
Zuhur eden sıradan bir gün ve gecesi
elbet ekin vaktim.
Hümayunu varlığımın ve gökte saklı
sancılı uçuşlar en çok içimde saklı rüzgârın aralıksız estiği ve Eylülü kış
soğuğunda yaşadığım bir günün ertesi ve işte Pazar hüznüme kanat açtığım tıpkı
çocukluğumdan bu yana haftanın en sevmediğim günü iken Pazar elbet kılavuzu
içimde derdest olmuş o şaşkın çocuk en çok da evin huzursuzluğa teslim olduğu
mazinin bir yatırımı ya da yaptırımı mı yoksa?
Hür addedilmeyen bir hayatın yolcusu
iken içimdeki koridorların duvarlarında saklı çocukluk fotoğraflarım ve artık
her birinin içi boş çünkü benim boşa düşen çünkü benim bazen her şeye boş
verdiğim çünkü benim illa ki hayatımı başa sardığım ve hırçın mizacıma söz
geçiremediğim.
Günü uyuttum.
Tüm gürültü ise…
Yüreğimin sesinden başka tek ses yok
sözüm ona gelin görün ki çil yavrusu gibi sesler ve yoldan geçen motosikletler
ve son bir yıldır aralıksız gidip gelen ambulanslar ve devriye gezen polis
otoları.
Bir otomat ise tek bir sözcük ve işte
İlahi bir Işık beklediğim ve en şık gülüş ve sözcük ansızın kalemin ucundan
damlayan ve tüm günü çuvala koyup gecenin bakir kıyılarında salındığım ve
salıncağım aslında kelimelerin itip kaktığı zihnim elbet ele geçirdi sözcükler
ve işte hurra, mutluluk ve kara gecedeki kara karıncanın ayak sesini duymayı
nasıl nasıl isterdim ve içimden her geçene vakıf Rabbime koşmanın verdiği
mutluluk an itibari ile beni benden alan.
Kilitlendiğim zaman zaman.
Mühürlü sözcükler ve dudaklarım ve
gözlerimi kısmış sadece bekliyorum görmeyi ve d/okunmayı iyi de neyi?
Renkler hüzün cetvelimde boy vermiş.
Uzantısı günün gecenin şahikası
vebali belki de yapamadıklarımın ve farklı olmayı temenni ediyorum bir önceki
günümden aslında bir ömür farkındalık kazanmanın ötesinde farklı addedildiğimi
de kabullenmiş bulunuyorum ve bu yüzden cihanın da beni kabullenmesini arz
ediyorum ve asla o arz-talep dengesini yakalayamıyorum oysaki en sevdiğim
derslerden biri iken iktisat nasıl da kolaylıkla çözerdim problemleri ne
zamanki eğitim hayatım bitti ben nasıl da sudan çıkmış balıktım hayatın bir
okul olduğunu çok sonra idrak edecek bir kelaynak kuşu işte.
Teğet geçemediğim ne çok duygu ve
insan ve işte belirsizlikle iştigal bense bir imlecin peşinde aslında bir
sırtlan iken izimi süren aslında sırıtan karanlığın ham yaptığı bir cümleyi son
anda kurtarıp da geceyi yaşanır kılmak elbet zora soktuğum yine ben ve her
dalışta havasız kalıp cümleyi de sepetlerken ilhamın nereden geleceğinin de
bilmeden gözlerimi ovuşturduğum yalnızlığımı soruşturduğum.
Elbet geçmişin g/izi iken asla
silinmeyecek olan ve tüm sermayem beynim ve içsel yolculuğum ve bir sözcük olma
arzum ve ben iken tek tüten duman elbet acının ve aşkın yakıtı iken asla
tükenmesini arzulamadığım…
Belki de şairin dediği ile
eşleşiyorum ansızın:
‘’Bu gene geçmişin baştan
çıkarıcılığı olsa gerek. Şu anın geçmiş zaman olmasını bekle. Ne denli
mutluyduk anlayacaksın.’’