Tanış mıyız, sevgili Semazen aşka
ırak yollardan kopup gelen söz müyüz rüzgâr mıyız?
Ah, efkârım endamımdır:
Yitik ruhumdaki sırrımdır sıramı
savmak adına köşe başında beklediğim o buzdan yokuşun dikinde saklı meramdır
Rabbine sevdalı ben sevdalı Mümin’i sevdalandığı dininin muteber yolcusu şafak
saydığım karanlığın bekçisi…
Ah, Semazen ben kör bir kurşunum.
Kurşuni yalnızlığımda seken…
Ah, minvalimde aşkın yoklukla
cebelleştiği bir rüzgârım kâfirin içini üşüten sevdalısıyım yerin göğün ırak
kaldığım kadar mutluluktan minyon bir yürektir bendeki gel gör ki devasa bir
sevdada tüten de dumanım.
Tüttüğüm doğrudur.
Tükendiğim de.
Türediğim kadar hiçliğin sarmalında…
Tünediğim kadar aşkın şakağında.
Hazzımdır hüzün.
Haiz olduğum sessizliğin tahayyülünde
biten bir fidan gibi yoktan var edene sevdalandığım gün ve gecenin nezdinde
izini sürdüğüm sonsuzluğun kâh muadili kâh müdavimi aşkla özdeş bir minvalde
özlemin dibine vurduğum kadar hasretin çivi çaktığı bir ağacın gövdesindeki
damarım.
Damıttığımdır ruhum.
Dama taşı gibi oynattıkları
duygularımın Kerbelasından sızan acıyım.
Her ruh uzağıma düşen.
Bindiğim Nuh’un gemisinde için için
süzen.
Süzüldüğüm doğrudur ruhumdan.
Üzüldüğüm ayan beyan yandığım kadar
çaresizliğin ateşinden.
Azımsanan yüreğim ki kilit vurduğum.
Bir ardıç kuşuna öykünüp de
yüreğimden vurulduğum.
Künyemde ismim.
Acının eşiğinde iç sesim.
Açmadan solan bir gülüm mademki.
Adımla müsemma yaşayamadığım kadar…
Hüzün denen sarkaçta bir ileri bir geri
salındığım…
Düşlerim katlı ve katıksız.
Düşe kalka yaşadığım kadar yalansız.
Müstesna bir günü ömür bellediğim ve
ruhun küfünü sıvazladığım kadar adeta bir kür misali külliyemde sönmeyen
yangının dumanında yandığım gözlerimin yaşardığı yaslı semanın esen delişmen
rüzgârıyım.
Tutuklusu olduğum değildir artık
hayat.
Türediğim hüzündür kat ettiğim yol.
Kat izinde aşkın…
Katmanlarından çoğaldığım kadar
yalnızlığım ve telaşım nasıl da muteber.
Göğün rampasından savruldum.
Yetmedi lakin…
Göz gözü görmezken kalp gözümle tavaf
ettim evreni.
Misilleme yapan duyguların bam
telinde…
Muaf tutulduğum yaşamın lades dediği
o içine düştüğüm delikte.
Bir delişmen muallim.
Bir de sırdaşım hafız.
Aşkın künyesinde yazılı ismim yaş
aldığım kadar yasımla türeyen şiirlerim elbet muadilim ve bir yasa mahiyetinde
tutuşan kalemim yıkılan kale duvarlarım…
Kaile alınmadığım kadar kayboldum.
Kaybettiğim ölçüde kendimi buldum.
Tortusu dünün.
Tökezleyen ruhum.
Tünediğim dalın kökünde saklı iken
mealim.
Ben bir meşeyim.
Menşei acıların kordan bir heceyim.
Telaffuz edemediğim ne varsa şiirlerimle
açtığım…
Teyakkuzda olduğum kadar da kalemim
iken tek sırdaşım.
Tensiye ediyorum sevdiklerimi.
Taziyelerimi sunuyorum kendimin
ardından.
Bir kor lehçe ki aşk…
Bir kör hece ki…
Köhne yetilerin solduğu.
Yetim yüreğin yarası iken çürüğe
çıkan bir asker gibi…
Ve asker adımlarında yalnızlığın
kutsanmış şiirlerin yüreğime batan dikenleri…
Gül çehrem.
Güncem.
Güllük gülistanlık addedilen öncem.
Sakar ruhum.
Semazen yüreğimde saklı sevgim, ey
Semazen:
Solumdan kalktığım solumda saklı
sırlarım.
Sevinçlerim dünde kalan.
Çağın uzağında ç/ağladığım kadar da
aşkın kucağında.
Şarlatan imgeler.
Ruhumdan firar eden gölgeler.
Bir yitimse yaşamak.
Bir yudum suda boğulmak.
Semanın devinimi.
Sarmalında evrenin kürediğim kadar
sadık kaldığım yeminlerim.
Yetemediğim cihan.
Yatıya kalan hicran.
Pekişen hasretim kendimden
kaçamadığım kendimi kovaladığım kadar layığımı bulamadığım.
Ve işte uçuşan peçem.
Ben bir tütsüyüm yürek yakan.
Ben bir tespihim sahibini arayan.
Ben yalın.
Ben melun.
Ben tutsaklığın hükmünde.
Renklerin sevdasına bandığım kadar
aşkı karanlığın hicvinde…
Seyrelen saçlarım.
Seğiren gözlerim.
Aşkın aksi iken şiir ve şiirin bir
sonrası iken ölüm.
Ölümsüzlüğün dilemması ve yazmadığım
kadar körüm.
Cuntam.
Cüretim.
Cüssem ne ki meylederim sonsuzluğa?
Ve işte çırpı bacaklı kalemimle meşk
eylediğim…
Kimse de çok görmesin bunu bana…
Ah…
Ben zemherinin Pamuk Prensesi,
annesinin neşesi.
Bensizliğin imgesi iken aşk:
Ruhumdaki o dev/asa sarkaç…
Hele ki: imgelerle yaşadığım aşkın da
yok iken ucu bucağı…
Ucunu kaçırdığım hayatım şah
damarında saklı bir hücreyim ve şahsıma münhasır hüznümle Allah yolunda
süregelen yetim yetilerimle azık bildiğim sevgiden medet uman delişmen
rüzgârım.
Çürük bir düşüm vardı öncemde.
Çekilesi ıstırap mı?
Çekincelerimi sapladığım A4 kâğıdın da
tam ortası ve hizaladığım gözyaşlarım.
Kuruyan bir ırmak misal.
Ya da gözümden düşen nice insan.
Göz göre göre yaşamak değil üstünkörü
sevmek hiç değil:
Layığıyla latife yapan kadere riayet
eden.
Her renginde saklı sayısız ton ile…
Tınısında hüznün neşreden soyağacım
ve katıksız hezeyanım ve hicranımla hemhal itiş itiş cihandan çok ayrı çok uzak
bir minvalde soyutlandığım cihanın nezdinde:
Ve işte ihbar ediyorum kendimi.
Baş göz edemediğim hüznüm.
Başımın üstünde taşıdığım
sevdiklerim.
Çocuk aklımla aşkı sorguladığım
minnacık boyumla ruhumu tırmaladığım.
Aşkın kelamı yitik iken evimizde.
Bense verdiğim her selamın devamını
beklerken yaşadığım kadar içimde yaşattığım mabedimle.
Hörgücüm yok.
Solungacım yok.
Tek bir rengim de.
Alaşağı edilmiş ruhumdan sökün eden
sözcüklerin ucu bucağı yok.
Mevsim hüzünle geçerken ve de
geçiştirirken beni.
Mevsimden mevsime sektiğim o
kaldırımlarda saklı tutulası varsın olayım da bir Kaldırım Serçesi.
Figanım boyumdan büyük.
Fermanım yaz yaz bitiremediğim.
Firakım.
Firarım.
Fidan boylu şiirlerim ve mekânsız
zamansız hayallerimle sınır tanımadığım.
Sancılı bir günden arda kalan.
Sanrılı hükümlerin değil baş göz
edilmiş nihayetlerin sebebi ile iştigal.
Hünkârım Rabbim ve O’nun
hükümranlığında tüm canlıların şerrinden yine Rabbime sığındığımdır tek gerçek
ve de değişmeyen mealim…