
Göğün, saklı umudun karaborsa
düşleri, bulutları:
İçime yağan kar tanecikleri yüreğin
hüznüne bandığım sere serpe uzandığım mahşeri yalnızlığımın boyutsuz coşkusuna
tek tanık iken yüce Tanrı…
Tekil haneme sirayet eden bir gül ya
da dünde kalmış düldülün rehaveti çöreklendi içime ve lehim yaptığım kadar
aklımın kopuk tellerine kondu kuşlar.
Kuş bakışı sevdiğim…
Kuş bakışı içimdeki çocuğun
lanetlendiği bir kış gecesi…
Seğirdi gözlerim ama yetmedi.
Semirdi hüznüm ve gözümü kestirdiğim
kadar bir şiire yazdığım onca şiir onca dize kesemedi hızımı.
Göğün revnak bulutları; yerin göğün
tek Hâkimi:
Vuku bulandı hasret bazen bir virgüle
denk düştüğüm en çok da üç noktalarla hasbıhal ettiğim hikâyeler nesirler
nezdinde kaderin itaat ettiğim iken alın yazım ve tahtım yapılsa da kanıksanmış
bahtıma itiraz etme hakkımın bulunmadığı o engebeli güzergâh:
Sistematik severken.
Bir sis dağında ya da hüznün
yamacında kaybolduğumun ertesi ötüşen iç sesimi kundaklarken dış ses ve bağrıma
bastığım duyguların ağıtlar yaktığı özlemin seferi tanığı ve seyyah
sözcüklerimden bir bir dökülürken zerreler zarif bir reverans ile kalemi elime
almamın ertesi nasıl da kesik kesik geliyordu hem de uzaklardan asla
ulaşamadığım mutluluğun sesi.
Bir hayalin hörgücünde saklı iken
gerçekler.
Gerçeklerin inhisarında büyüyen
gözbebeklerim ve teselli bildiğim kadar şiirleri hızımı da alamadığım ve işte o
kayıp minvalde dikmek adına yüreğimin söküklerini...
Bir hare iken ışıldayan.
Tekil hanemdeki curcuna.
Tansiyonu da yükselirken yaşamın.
Son bir gayretle yola baş koyduğum ve
mızıkçı kaderin hem yasını tutup hem izini sürdüğüm bir bulut gibi üstüne
konduğum hasretin de diğer adı idi aşk:
Çeperinde yangının ve imkânsızlığın
anbean şerit değiştirdiği kutsal yörüngemde baş verirken umudum ve tok sesinde
kederin içimi yuhalayan sözcüklerden alıp da başımı en çok da kendimden
gidemediğim.
İmgeler çığırtkandı bir o kadar
sürtük:
Bir duygunun kıvancında saklı iken
ansızın dümeni kıran yaralı kaptan misali…
Batık gemimin atığı iken eşkâli
olmayan misafirlerim ve ölümcül güdülerim ve işte kısık sesinde renklerin
kastığım kadar kendimi kanaviçeler işliyordum matemime ve körüklendiği kadar
meltemin hızında hayat buluyordum ölümüne sevdiğimden de öte kalemin infazı idi
her yolum düştüğünde kendime bir şiir dileyip bir hikâyede sonlandığım en çok
da:
Hayretler içerisinde kaldığım hayatın
kaçıncı romanı kaçıncı fermanı idi sahiden de yazdıklarımdan payıma düşenlerle
hemhal devrik ömrün de atarı iken sözcükler bir ederi yoktu belli ki
duygularımın.
Köhne bir mezarda.
Kuluçkaya yatan kedere esefle
söylendiğim ve o mahşeri kalabalığı tek kişilik dünyamda misafir ettiğim.
Demem o ki:
Ben bir rivayettim.
Demem o ki:
Şakıyan kasvetli ruhumdu kerevete
çıkan ve uğurlu sayım iken on üç eşleştiğim duygulardan arda kalan son gayretle
d/okunmuştum işte içimdeki yetim çocuğun kalbine.
Süzgeçten geçen duygulardan arda
kalan.
Bir kış günü bir g/izin peşinde güç
bela sevenlere inat aşkı kabrimde büyütüyordum ve diğer âleme göç etme telaşı
ile hayatı tek bir sözcüğe sığdırma gayretim ile sözcüklerin ve mazinin yasını
tutarken bir yandan da kimliğimi sürdürmek adına ıskaladığım kadar da
mutluluğu…
Öncesinde ekili idi düşler, yüreğin
tarhında saklı göğün katmanlarından sökün eden bulutlar misal.
Bense tedirginliğinde bu aşkın,
Hele ki yok mu yok mu yüreğe saplanan
şarapnel:
Bozguna uğramış bir komutan olsam
bile,
Nasıl ki sev komutu ile baş koymuştum
bu yola…
Zehir zemberek kıvancı yalnızlığın,
üzerinde sektiğim mayın tarlası önce yüreğimi şehit verdim sonra belleğimi
yürekse alabildiğine tarumar, ezeli düşmanım iken kibir ve kin, vekili olduğum
sevginin ulaştığım o lahza:
Hani, hani, en ulvi Rakım:
Aşkın meylettiği aşkla koştuğum en
yüce Makam.
Bense kâh mekânsız kâh makamsız, zil
zurna imgeleri de acımasızca kırbaçlarken ve lehim edilmiş sair imge düşmez
iken de yakamdan.
Zaruri bir yaşantı en çok da
zemheride kalmış aklım:
Soğukla verdiğim savaş ve teninde
sözcüklerin titrinde aşkın tevazu yüklü yüreğim aşabildiğim kadar bentleri,
taşkın bir aşkın sonlanmazken de özlemi.
Beypazarı’nda unutulmuş bir tezgâh
üzerinde saklı ayyuka çıkmış bu sevda.
Her hece bir dua.
Her dua yeniden doğum.
Öncemden hicapla kaçtığım andaki
muvaffakiyet ve mevcudiyetim.
Yarım ağız sevenler mi istersin?
Ya da bir yarım ada mahiyetinde
kavuşmak mı ana kıtaya?
Yorgunluğun peyda olduğu o devasa
coğrafya ve ben kılı kırk yarıp da yazmanın ertesi haizi olduğum coşku ve huzur
hatim indirdiğim gecenin kavuşulası şafağında bazense şafağımın attığı kâh
Şarkı aşkın kâh Garbı ve işte taziyelerimi sunduğum Şimal Yıldızı.
Bir batında da doğdu mu şiir ve umut.
Uyruğu kayıp bir minvalde
bütünleştiğim insan ırkı.
Sessizliğin cüreti seslerin cüssesi;
bir semazene öykünüp dirilttiğim iç sesim ve mahcup gülüşüm ah…
Bu da yetmezmiş gibi:
Uzaktan sevişim.
En müphem duygu belki de kabul
görmekle yok sayılmanın arasındaki o ince çizgi:
Tıpkı hayat gibi;
Tıpkı normal ve anormal arasındaki o
derin yarık ve normal numarası yapan nice sanık aşka özdeş değil yandaşı
oldukları her olumsuz duyguda ve işte zırnık da sevmeyen öfkeli ruhların uğruna
kendimi sevmekten alıkoyup başka başka yüreklere yelken açtığım.
Zimmetliyim hem sözcüklere.
Zemheride üşürken şiir ve gece.
Zaruri bir iltimas geçtiğimde kaleme.
Zinhar yolcusu…
Zinhar aşkın küfesi.
Yandan çarklı imgelerin ve şairin
alın teri…
Ve işte istiflediğim kadar
sözcükleri…
Yedieminde unutulmuşluğumla kutladım
ben yeniden doğuşumu ve sarpa saran hüzne biat dünyaya da adalet getirsin diye
sevdim en çok da aşka âşık bir rutin b/ellemişken hayatı…
Dedim ya:
Komutu her aldığımda elime kalemi de
sapladım mı en derine:
Ben aşkın emir eriyim emre amade bir
günden arda kalan şu soğuk iklimde serzenişim sadece kendime hani olur da
bağışlarım kendimi coşkumdan dökülen her şiire ayrıca müptela mademki yüce
Rabbim de beni sevdi…