
Nemrut’un zirvesinde, güneş doğmadan önce,
Taşlar bir sır saklar,
Bir zamanlar tanrıların taç giydiği yerden.
Yüzyıllar sonra bile,
Gözlerdeki bakış,
O eski hikâyeyi anlatır:
Bir kralın düşleri,
Bir halkın umutları,
Ve dağların dilinden dökülen
Bir medeniyetin son şarkısı.
Fırat’ın kıyısında,
Peygamberlerin adımları hala duyulur.
İbrahim’in ateşten yolculuğu,
Hüzünle sarar bu toprakları.
Ve bu topraklarda,
Her taş, her çakıl,
Bir elin duası gibi,
Yüzyıllar sonra bile,
Bizi çağırır.
Adıyaman’ın köylerinde,
Yaşanmış her bir hikâye,
Bir gelenekten fısıldanır rüzgâra.
Atalarımızın göğsünde yankı bulan,
Bir sabah namazının huzuru gibi,
Süregeldi yıllar,
Ama o eski dostluk,
Hala bu topraklarda bir meşale gibi yanar.
Ve sofralar,
Bir araya getirir her hikâyeyi.
Tandırdan yükselen duman,
Bir zamanlar savaşçıların közde pişen ekmeğini hatırlatır.
Çiğ köftenin acısında,
Geçmişin yorgunluğunu hissedersin,
Ve nar ekşisinin tatlı acısında,
Adaletin, sevdanın izlerini bulursun.
Adıyaman,
Her köyünde, her taşında,
Bir peygamberin hatırası,
Bir halkın duası saklıdır.
Ve her adım,
Bir efsanenin,
Bir tarihî yolculuğun izini taşır.
19.03.2025