Gece doğarken sisler içinde İstanbul
bir yangının külleri savruluyor rüzgârda
çalar saat çarpıyor şakaklarıma
unutulmuş bir bestenin son notasında
Gün ışığı sızıyor perdelerden
bir mahkûmun elleri gibi titrek
mahşer vakti değil bu
ama her gece biraz daha ölüyoruz
Penceremdeki bülbül değil artık,
bir martı - kanatlarında balık kokusu
ve hüzün, ve çok hüzün, ve kuzgun
Beyoğlu mehtap ışıklarıyla yıkanmış
aklımda hâlâ o güzel kadın
zihnim bir sigara dumanı gibi dağılan
her şey bulanık
Rakı kadehindeki buzlar gibi eriyor
şehrin sokakları uyanırken
bir çocuk ağlıyor sokak arasında
tıpkı dün, tıpkı yarın gibi
hep aynı hikâye, aynı döngü
Zaman yürüyor üzerimizden
dedemin madalyası paslanmış bir anı
duvarda asılı kırık ayna
bana gülümseyen gölgemi gösteriyor
Sis vakti düşlerimde
bir sinemanın tozlu perdesinde
yarım kalmış bir aşk sahnesi
Ve ben, hep seyirci
gece oluyor yavaşça
Galata Köprüsünde balıkçılar
ağlarını çekiyor sudan
içinde kaybolmuş umutlarımla
Kapımda bekleyen ölüm değil
ölümden ötesi yalnızlık
bir divan şiiri mısrası kadar ağır
bir kurşun yarası kadar derin
Yüreğime karanlık çökünce
eski bir plak çalıyor radyoda
"belki bu gece ölürüm"
diye fısıldıyor hüzünlü sesi
Bir sokak lambasının solgun ışığında
"Hem Fatih'im, hem İstanbul / hem seni bekleyen o eski mektup..."
hem hiçbiri...