
‘’o güller gözlerimizin gürültüsünden
onlar da açmıyor bizim yanımızda
utandıklarından değil
utanmayı bilmez güller mahcup olurlar
yalnızca
hem yüzlerini kızartacak ne yapmış
olabilirler ki
mahcubiyetten solgun o güller…’’ (H.
Ergülen)
Gülümseyen çukurlarında gecenin, aşkı
katık ettik eleme ve ellerimden düşmez dizelerin efkârımı tetiklediğine tanık
oldum: az sonramın asılı olduğu o pasajda bir düşü teğet geçebilirim de hani ve
düştüğüm o düş çukurunda gamzelerimi sonsuza değin kapatabilirim, bir güftenin
nezaretinde geceyi de ilah bilir sırlarım ve mevsimin körüklediği rüzgârla baş
göz ederim şiiri: şiir ki yaftaların esaretinde bir davlumbaz patavatsızlığında
sol/u/duğum havayı kürerim hani bir lahzada saklı mabedimle göğsümü gere gere
de feveran ederim sevgiliye nazire aşkın kulpuna asarım yüreğimi ve makamsız
şarkılara esir düşmüşlüğümle gurur duyarım.
Bir endam ki içimi kundaklayan.
Bir lale ki ters duruşuyla vakur
Bir töhmet ki kıyısından döndüğüm
Ölüme rahmet okuyan kuşun
Kanadına doladığım yaşımla yasım…
Her kor hecede meczup harfler nasıl
da şerit değiştirir ve b/asarım da inadına bam teline ömrün elbet kaykıldığım
zeminde kendinden emin bir hitapla öykündüğüm mazimde saklı tuttuğum veryansın.
Düş birikintilerinde üşengeç gölgeme
sayıp sövüyorum ne de olsa öfke kontrolünden uzak kaldığım ilk gençlik yıllarım
ve aşkın simetrik kaygılarıma eşlik eden peçesi…
Utangaç yüreğimle sevdim madem.
Huysuz gölgemi de saldım matemin
peşine.
İri gözlerime takılı kirpik ve
uyumsuz mizacımla ölümsüzlüğe kucak açtığım her artı parantezde nasıl solladım
ben tüm kâinatı ve aşkı…
Lafügüzaf, hafız…
Ah, sevgili, hangi rahlede de
asılıydın da peşini kollamamışım ben bu aşk masalının.
Meleklerin asasına konan beneklerim
ve kırmızı saçlarımla çillerimin ip atladığı yıllar elbet metazori olmayan ne
ise azığım; efkârımla henüz dünyayı boykot etmediğim ve bir düşün çeperinde
tanıklığı matemin.
Ölümün diril kefareti.
Boş boğazlığımın da laneti.
İman gücüme sadık; aşkıma da katık ve
izbelerden kaçtığım ömrün sefasını şimdilerde şiirlerde sürüyorum ve aşkın
kokusunu da sürüyorum dizelere efkârın kat izi yaptığı yüzüme düşen perçemde
pervasız bir kelebeğin g/izini sürüyorum ve hala darağacıma özlem duyuyorum.
Aşkın kıyamete yoldaşlığı.
Çaresizliğin askıntı olduğu düşlerin
intiharı.
Gölgeme ziyafet çektiğim bir hücreyi
resmediyorum ben cümlelerimde.
Açlığıma şahit Rabbim nefsime ettiğim
zulüm ve şükürler olsun ki arındım ben dünyanın kirinden pasından ve kala
kaldım bir başıma azık ettiğim rahmete ettiğim hürmetle anne kelamının en üste
yerleştiği bir tepe noktası hurilerden kaçan aşka ettiğim nazire aslında
ruhların doluştuğu yüreğimin arka bahçesinde bir mısır koçanı gibi artığı dünün
yarına hidayet sunuyor olma ihtimali ile kâinata hizmetim de başım gözüm
üstüne…
Düş kürleri.
Gerçeklere delalet hayaller.
Girift bir mizaç şapka çıkarttığım ve
çıkıntısı ömrün aslında bir paranteze sığma ihtimali öykülerin ve öykündüğüm
mavinin akan rimeline bandığım karadan bir ziyafet sofrası elbet bir yudum
suyun susuzluğumu giderdiği ve nimete olan düşkünlüğüm ve şükrüm.
Ve işte sırra kadem bastı tüm yalancı
dostlar ve baş başa kaldım hülyalarımın derinliğinde kapışan isyanım ve hayal
kırıklarım.
Sonlanmaksa.
Bir düşe girizgâh bellemek rahmeti ve
endamlı bir seyyah yürek ki günü avutan yarını şimdiden uyutan ve mazinin efkârında
yeltenmekse yeni düşlere…