
‘’Unuttum.
Kendime
kandırmalık hayatlar yaptım.
Ağlayarak acılar azalttım.
Tekrar unutmak için her şeyi hatırladım.
Şimdi,
dünyada sevdiğim ne varsa hepsinden uzağım.
Sevdiğim her şeyden uzaklaşacak kadar neyi sevmiş olabilirim ki?
Çocukluğumu severdim.
Elimde,
cennete yollamak istediğim tek kelime “çocukluğum” kalmıştı.
Çocuk hep güler, anne hep dua ederdi.’’(Alıntı)
Ruhumdan değil
ruhani iklimlerin delik kalbinden kabrinden sökün eden kibirli nidalar mağarası
bir haşmetli gök ki: Rabbin vurduğu damgasını ve katmanların saygın esareti
yerkürenin hem hicvi hem insanların cilvesi en çok da korunaklı dünyamın imha
edildiği o sergüzeşt kıyamette saklı sözcüklerin usuldan fısıldadıkları endamlı
nüktesi.
Bir s/es verdim
öncemde saklı mırıltıların çığlığa dönüştüğünün ertesi.
Renk verdi zalim
nasıl ki karanlıktı hamuru nasıl da delmiştim gözlerimle o kara dehlizi.
Öncemde yutkundum
derken sonrama rast geldim oysaki anda saklıydım lakin unutulmuş bir minvalde
uyuya kalmışlığımın ertesi hüznümle sakit çırpı bacaklarında kalemin, adeta
altına imzamı attığım bir akitti yazdığım güncemin sayfalarında unuttuğum
gözyaşımdan eser olmasaydı keşke şimdi ve keşke kurutulmuş bir çiçek olmasaydım
mezarımda firar etti edecek iken çalan saatin sesiyle ansızın uyandığım.
Zemheride esir
kalmıştı kimi imge kimi zaman yüzüne dahi bakmadığım gölgemden de eser
kalmamışken ve işte tüm söküklerimi tayin ettim ve diktim birer birer: kalem ki
kırık bir daldan arda kalan kalem ki iğne misali yetmedi çuvaldıza dönüşen
sesiyle verdiği hükümle ruhuma ferahlık veren:
Eksik olan bir
şeyler vardı yine de gerçi hayatın faturası hep bana kesilmişti ama…
Dengime uygun bir
kelimenin peşinde bense firar etmek adına bedenimden kalıpları aşan ve zorlayan
bir boş vermişlik nasıl ki içine düştüğüm tuzağın ufkunda sararmıştı yüzüm ve
işte bir ney sesinde ve işte neyin muteber olduğunun tartışılmaz fetvasını
verirken melekler ve yeni yeni çıkan kanatlarıma da konarken fısıltılar
nihayetinde tüm gücümle haykırdığım tebdil-mekânda bulduğum ferahlığın bir
şiire denk geldiğini fark ettiğim o ilk an.
Sureler yüreğin
perçemi.
Suretimde oynaşan
gölgeler yalnızlığın fetvası.
Salkım saçak
duyguların kulakları sağır eden frekansı ve top yekûn duygular sözcüklere yağan
nur gibi hüzün gibi güz gibi göğün yerleşik tanrısı umut gibi seyyah bir ruhun
sedeften kalemimin dokunulmazlığında yerle yeksan olmuş varlığımın akıbeti.
Dimağımdan sökün edensin belki de dil
yaramda saklısın ısrarla sevdiğimden de öte simyacı ruhumun nazarında kâh
öfkesin kâh şiir kâh sıra dışı bir başkaldırı.
Un ufak edilmişliğin yasını tutuyorum
lime lime edilmiş isyanların nezdinde ifa ettiğimden de ötesin…
Ötesiz düşlerimin zincirinde.
Ölümsüz aşkımın renk değiştiren
hasretinde.
Önsezilerimi kuyuya attığım kadar
feraha çıkma ihtimali yazarken bu kopuk ve savruk yaprağın bir kitabın arasında
saklanışına tanıklık eden yalnızlığımın da uydusu iken kalemin zarif tininde
saygıyı boca ettiğim hayatın da bam teline basılı bir kaygısın sen içimde
büyüttüğüm.
Telaşımsa bundandır: hem sevdiğim hem
teselli bulduğum.
Gaipten gelen bir ilhamın da sahne
arkası ve uçuşan tülün gizemi davetkâr bir ses tonunda izini sürdüğüm
hayallerin desturu ile gerçek kılmak adına her birini gerçekçi olduğum kadar da
düşkün iken hayallere ve gözüm açık gördüğüm rüyalara…
Meddücezri erişilmez.
Medarı iftarı iken külyutmaz
yetilerimin bir yetime el verdiği ve işte içimdeki yetim çocuğun başını okşama
arzusu ile de geldim huzuruna.
Mektepli bir alaylıyım hem ben:
alayına kafa tuttuğum alayların zincirinde tüm resmiyetim ve ciddiyetimle açık
ara farkla en çok ben iken seni sevdiğimden de öte kendime ırak bir düzlemde ve
ş/aşkın boylamında enlemini bilemediğim bir acı-ölçer kıyamet alameti şakıyan
kuşların büyülü sesinde yeryüzünü cennete çevirendir hem benim bu coşkulu aşkım
ve şaşkın varlığım.
Bir kehanet iken mutluluk.
Bir rivayet iken bu imkânsız aşk.
Çağlayan duyguların renginden
topladığım binlerce çiçek misali her buketinde saklandığım kadar güneşin
eşliğinde solmayı ertelediğim kadar da beklediğim şafak.
Bir kitle imha silahı iken nefret…
Kıyılırken sözcükler hasretle kıyama
durduğumdur elbet tek vazgeçilmezim iken hasret.
Büyürken günbegün bu tutsaklığım
rayici bedelsiz kum taneleri misali ve işte yıkılan kumdan kalelerim yüreğimse
kum saatine öykündüğü kadar döktüğüm kum döktüğüm gözyaşı döktüğüm yapraklarım
sakar bir bahçıvan gibi saçımı başımı ve tüm yapraklarımı bir bir yolduğum yine
de eğilmezken dalım ve başım daldığım uykudan elbet sen uyandırdın beni.
B/ölücü güçler.
Simamda saklanan gölgeler.
Şiarımdan firar eden fısıltılar.
Simsarı iken yüreğimin, nifak sokan
aciz ruhlar.
Karakter analizi yapmaktan öte
klavyenin silik karakterlerinden bir dünya yaratmak istiyorum kendime günbegün
büyüyen bir hasret ve özlemle hem sana koştuğum hem kendimden kaçtığımın da
ispatı iken yazmaktan geri duramadığım şiirlerim donma noktasında Temmuz güneşi
ile birer birer erirken ergen bir aşkın mizacına olan yatkınlığım ve işte an
itibari ile de tükenmişken hem divitim hem tüm gücüm.
Surelerle bezeli suretimden döktüğüm
gülleri ise sana sunup sana emanet ediyorum ve tüm sevdiklerimi kendimi de
Rabbime.
Mübalağa edilesi değil mutabık
kalınası bir duygu silsiledir yüreğimden aralıksız taşan yasın ve yasın
isyanında varsın bir yasa olarak addedilsin yazdıklarım ve gezindiğim bu
imkânsız aşkın şah damarına olan yakınlığı ile de aralıksız koşarken yüce
Rabbime…
Allah’a emanetsin.
Aşkın hörgücünde saklı bir ziynetsin
de şuurumu yitirmezden öte huşu içinde seni sevdiğim kadar kendime duyduğum
özlemin ve hasretimin vazgeçilmezi…