Kan, taş
duvarların arasından sızdı
Bir avuç külü savrulmaz Filistin'de rüzgârlar
Bombalar canları parçalarken cesedi
savurur
Zaman taş duvarlara vurur alnını
Diline yük olan kelimeler dökülmez
Karanlık içinden bir ışık bekler bebekler
Saklanmış dünyanın dört köşesine
Siyonistlere alkışlar yükselir
Kimi ağlasa yankılanır boşluk
Bir kuş süzülür göç yollarına
Gözleri ahşap bir kapıya çarpar
Kim bilir belki hiç açılmayacak
Saklanmış dünyanın dört köşesine
Siyonistlere alkışlar yükselir
Ölü gölgeler düşmüş zeytin dallarına
Sessizlik su gibi çatlaklardan sızar
Ve bir çocuk avucunda sakladığı rüzgârla
Göklerin göğsüne bir harf çizer
Yetişemediniz ey insanlık bakın ben
öldüm
diye
Bir rüzgâr esiyor unutulmuş
sokaklardan
Yalnızlık taşlara sinmiş bir yankı gibi
Kendi sessizliğimde büyüyen kelimeler
Bir feryat gibi yürür içimde
Anlatamadığım kelimelerin içinde
boğuluyorum
Ağaç dalları gibi yazarken kuruyorum
Beni bilmediğim vadiler terk eder
Sahi, kaç
yüzü vardı zamanın?
Kaç kere dönüp baktım ardımda kalanlara?
Kirli aynalarda eksilen suretlere
Kendi karanlığında gözlerini mühürleyenlere
Ve yine bir
çığlık, içinden çocuklar taşar
Gülüşlerini saklayan dağlardan inen
Kendi elleriyle bin mezarı kazanlar
Bilir misin bazı sesler susarak çoğalır
Ben sustukça kayboluyorum
Kayboldukça yol bulamıyorum
Sustuğum
anlar konuştuğum anlardan daha ağır
Bir kelimenin gölgesinde kaç hayat büyür?
Kaç fısıltı taşır unuttuğumuz sokakları?
Kaç yağmur bekler kırılgan topraklarda?
Bir rüzgâr
eser boş sokaklardan
Adını unuttuğumuz şehirler yankılanır
Bir çocuk avucunda sakladığı harflerle
Kendi hikâyesini baştan yazmak ister
Mermi parçalamış Filistin'de yüreğini
Nasıl hikâye yazsın tilkiler yerken geleceğini
Ve biz o
kelimelerin içinde kayboluruz
Bir dizeye sığan tüm hatıralarla
Sessizlik içinde yankılanan bir çağrıyla
Kim bilir belki bir gün bu şiir
Bir yer olur içinde dinlenenler için
Bir kelime
fırtınanın ortasında büyür
Çatlamış dudaklardan dökülen bir fısıltı gibi
Bir harfin gölgesinde barınan bir hayat yok olur
Kayıp şehirlerin suskun taşlarında
yankılanan bir ağıt yazılır
Kim bilir
kaç kez yürüdük bu yolları
Adını bilmediğimiz anıları sırtımıza alarak?
Kaç kere sığındık harflerin arasına
Kendi yüzümüzü aynalarda tanımadan önce?
Bazen bir
cümle karanlıktan doğar
Bazen bir suskunluk en büyük haykırış olur
Bir çocuk avuçlarında sakladığı rüzgârla
Göğün en yüksek noktasına bir isim çizer
Ve biz bu
kelimelerin içinde kayboluruz
Utanmaz yüzümüzle
Çünkü bazen
bir şiir
Bir ev olur bir sokak olur bir yol olur
Bazen yalnızca içinde barınanlara ev olur
Nehirler
akıyor taşıdığı sözcükler kanla kıyılara vuruyor
Bir kelimenin izinden yürüyenler yok olmuş
Bir cümle içinde kaybolup tekrar kendini
bulanlar yok
İşte bu zülüm seyirci kalınca bu yol böyle
başlıyor
Gözlerim
ufka değdiğinde
Sessizlik yeni harfler doğurur
Sözcükler taş yolların arasına sızarak
Kendi ritminde bir zulmün düzenini kurar
Kimi suyun
derinliğini ölçer
Kimi sözcüklerin ağırlığını taşır
Kim bilir belki de kelimeler bir harita
Ve biz onların çizdiği yolların yolcusu değiliz
artık
Bir şehir kurulur hecelerin içinde
Binalar harflerle yükselir
Sokaklarda çocuklar sevilir
Filistin'de sevilecek çocukta kalmadı
Niye yazıyorum ki bu şiiri biz taş
kalplilere
Duyan bakan pervasız zalimden beter
yaksın
bizi keder
Bir çocuk, gözlerinde güneşin ışığını
taşırdı
Koşarken saçlarında rüzgâr oynar
Küçük elleri umut büyütürdü toprakta
Ama dünya onun feryadını bile duymadı
Sessiz çığlıklar
gökyüzüne yükseldi
Kan taş duvarların arasından sızdı
Bir ayakkabı bir oyuncak
İsimsiz bir mezarın başında unutuldu
Çocuklar
uyurken bile korkmamalıydı
Hayat onların avuçlarında filizlenmeliydi
Ama insanlık, gözlerini kapadı
Sessizlik en büyük suç ortağımız oldu
Şimdi kelimeler
dokunur boş sokaklara
Bir el diğerine uzanmadan önce
Bir hikâye anlatılmadan önce
Bütün bir çağ çocukları unutmadan önceydi
Mehmet Aluç