
‘’Sanmayın, çiçeklere vurulmuş kelebeğim;
Ben, güzel sinelerde kurumuş bir çiçeğim.
Ne ipek eller beni okşadı, göğse taktı…
Sonunda yere attı, yol üstünde bıraktı.’’(Alıntı)
Yalnızlığın diktası
ve rotası ömrün
Belki de bir oyun
sözcüklerin de divası iken
Şiir denen iklimde
seyrelen saçları şairin:
Yeni mısralara gebe
Genlerinde saklı
ilham ve mucize
Tafrası şaşkın
aşkın
Aşina olduğu
özlemse sırdaşı şairin
Bir nebze de olsa
dokunulmazlığı olmaz mı?
Şadırvanda yaşayan
kuş
Kuşu seven yabancı
Ey, yalancı rüzgâr
Muaf tuttuğun
mademki uçuşan yapraklarım
O halde, sakın ama
sakın terk etme beni
Gizinde şiirin
dumanı üstünde tüten izinde sevginin
Kanadığım kadar
kanattığım kanadında şahikanın
O zümre ki:
İçimde ukde kalan
bir ömür
Zuhur eden teselli
Varsa yoksa
sözcüklerdir
Ruhumda taşıdığım
iade-i itibarı iken sevginin
Nefes nefese
şiirler
Naftalin koksa da
hüzün
Boyumu aştı bir
kere dalgalar
Efkârın yanık ucu
Tutuştuğum kadar da
tutuklusu
Olmalı insan
aşkının ve ruhunun…
Hangi duygu mubahtır ilk bakışımda gözlerinize özlediğim
mevsimin teninde yanan bir yıldız gibi vuruldum size ve kuyruğuma takılı
binlerce hicran zerresi ile yürek ikliminizde doğmak istedim bir güneş gibi bir
şiir gibi…
Leylisi bu aşkın ve eflatun yalnızlığım…
Körün istediği bir göz ve Tanrı bahşetti sizi bana.
Binlerce cümle kurmak istiyorum binlerce kere yenildiğimi de
kabullenip uyuyup uydunuz olmak istiyorum sizin ve de bu şehrin…
Ah, söküklerim.
Ah, sarkıtlarım dikitlerim…
Ve içimde emsalsiz bir buzdağı kapısı olmayan bir handan ben
nasıl olur da sessizce göçerim?
Nasıl girdimde bu kapıdan arkamda bırakıp da gidemiyorum
bedenimi.
Nasıl girdimse bu yola baş koyduğumun ertesi yoldan çıkma
ihtimalimle yol oluyorsunuz bana, baba oluyorsunuz her anlamda ve çınarım ve dağım
ve yamacım…
Yansız bir aşktır bu ve de karşılıksız.
Yaşlıdır gözleri kalemin ve ıssızlığın da müptelası sonbahar
ve canımı yakan Eylül ve evet, her yıl umutla ve coşkuyla beklediğimdir de güz
mevsimi ve güç bela sevenlere inat bense aşka biat hem ağlarım hep giderim hem
de yazarım…
Hemzemin geçidinde uyuya kaldığım…
Köprülerin seyrinde aşka ve İstanbul’a daldığım dalgalı
seslerin ve delişmen rüzgârın da seferisiyim ve bilinmezin indinde ektiğim
kadar hüznü doğrudur da şiir biçtiğim.
Malulen emekli olmuş bir kor alfabedir yangın çıkaran.
Sözünden dönmüş bir namerttir bu yangının ilk kıvılcımı:
Ne sekerim ne sökün ederim ne de çok sakarımdır ve tek
bildiğimdir yazmak öncesinde okumakla iştigal bir ömür ve figanı yitik
senelerden geride tek kalan…
Seyrindeyim de iklimin ve sefasını sürdüğüm kadar hüznün
meylettiğim de doğrudur ölüme ve ön sözüdür ömrün bazen kerrat cetvelinden
sökün eden mini mini birler basamağında sektiğim kadar da ikiye varamadığımdır
tek gerçek ve ben kalmaya mahkûm bir isyandır içimi silip süpüren asla da biz
olmaya meyletmediğim…
Ütüsüz duygularım ve tüm kırışık sözcüklerim ve azadesi
imgelerin bense bir sabır taşı misali kâh çatlarım kâh kasarım kâh yazarım kâh
silerim de…
İmge basamağında ve birler hanesinde seğirir gözlerim bilirim
ki beni anmazsınız yine de mahal vermediğim kadar ihtimallere bandığım her
cümlede sizi temenni ederim ve de teselli ederim kalemim tecelli eden umuda
duyduğum saygı ile sönse de feri yüreğimin…