Balkonun Kadrajında Zaman

Kelimeler gölgede dinleniyor, yakıcı güneşin altında yanmasınlar diye suskun bıraktım, birkaç gündür onları o serinliklerinde bıraktım... Şimdi ise cennetten süzülen serinlikle hayata dönmüş gibi, parmaklarımın ucundan süzülüp cümlelere dönüşüyorlar. İşte bu havayı, o küçük balkonun kadrajında açılan dünyanın inceliğini daha derin ve deneme tarzında anlatmanın heyecanı ile yazmaya başlıyorum… Yazın içine sinen yakıcılığında susmuştu kelimeler. Gölgeye çekilmişlerdi, sanki sıcağın hoyratlığıyla harf harf yanmasınlar diye dokunmadım. Elimde değil, dokunamadım onlara; bazen kelâm, kor olur. Ama bugün... Bugün rüzgâr değişti. Göklerden süzülen bir serinlik indi balkona; Rabbimin lütfü gibi, yeryüzüne değen bir merhamet parçası. Parmaklarım klavyeye dokundu ve sessiz harflerin örtüsünden yeni bir gün doğdu. Güneş birkaç gündür kelimelere hükmeden bir yakıcı cehennem gibiydi; ışığı ile ateşiyle kelimeleri suskunluğa zorladı. Cümleler, ruhumda kavrulan düşünceleri gölgede sakladı; çünkü bazı harfler ancak loşlukta nefes alabilir. Her biri, bir mağarada yankılanan dua gibi; serinliği özleyen bir kelâm gibiydi az dokundum, oda bana dokundu. Bugünse, gökten gelen serinlik bir dokunuş gibi indi üzerimize. Sanki cennetin rüzgârı, harflerin alnına usulca su serpmiş gibiydi, benimde odama. Klavyeye dokunan parmaklarım, yıllardır susmuş bir ney misali titriyor: yazının soluğu geri dönmüşle. Balkon bir sahneye dönüştü. İnsanlar, gündelik rollerini oynayan aktörler gibi hayatı dillendiriyorlardı.
Balkonda oturuyorum, gözlerim sokakta geziniyor. İnsanlar, gündelik telaşlarının içinde küçük çalışmalarla varlıklarını sürdürüyor. Bir adam arabasını siliyor, sanki tozla değil geçmişin yüküyle mücadele ediyor. O bez, bir hatıra temizliyor belki. Hasan amcanın bakkalında insanlar, ekmek alıyor; her somun bir hayata bağlanış. İçecek alıyorlar; belki susuzluktan değil, sohbet eşliğinde yudumlanacak bir sessizlik için. Sokak, sıradanlığın bile şiirle konuşabildiği bir sahneye dönüşmüş. Serinlik yalnız teni değil, ruhu da serinletiyor. Ve kelimeler… Kelimeler artık gölgede değil, gölgenin içinden geçip gün ışığına dökülüyor. Kelimeler artık gölgede saklanmıyor. Onlar gölgeden doğan şiirin damarlarında geziniyor. Her harf, bir yaprak gibi rüzgârla kımıldıyor ve ben, bu serinlikte bir dil mimarı gibi, sessizliği harflerle örüyorum. Adam hâlâ arabasını siliyor, ama şimdi fark ediyorum: silinen yalnızca cam değil. Gözlerinin içinden bir zamanlar geçmiş olan bir anı akıyor bezin ucuyla. Belki bir çocukluk sabahı, belki bir unutulmuş gülüş. Bez, geçmişi değil, geçmişin izini siliyor. O an, metalin soğukluğunda yankılanan bir iç çekişe dönüşüyor.
Hasan Amca'nın dükkânı ise hâlâ açık... Gelenler gitmiyor, gidenler bir şey unutmuş gibi dönüyor. Ekmek... Sadece karın doyuran değil; bir evin duvarını sıcak tutan, bir annenin duasına ortak olan. Ve içecekler… Şişe içindeki su değil, boğazda düğümlenmiş kelimeleri yumuşatan bir aracı sanki. Alışveriş değil burada olan; bir tür hafifleme, dünya yükünün bir kenara bırakılmasının, en serin muhabbetle süslenmiş anı sanki. Bir çocuk geçiyor sokaktan, elinde plastik bir oyuncak. Ama o oyuncak, sadece bir eğlence değil artık; sokakta yankılanan bir şiirin ritmi gibi. Her adımı, kelimelerin yeniden gölgelerinden çıkışına eşlik ediyor. Ben balkonun ucunda yazarken, fark ediyorum ki bu sessizlik aslında dolu. Gölge, kelimeleri saklamıyor; onları büyütüyor. Sürgün değil artık harfler serinliğin içinden çıkan bir dirilişin dilindeler.
Balkon, bir tür sınır çizgisi gibi: evin içinden dışarıya uzanan bir bakış, iç dünyayla dış dünyanın buluşma eşiği. Burada otururken zaman akmaz, süzülür. Her detay serinliğe giydirilmiş bir anlam taşır. Bir kadın çamaşır asıyor karşı balkonda. Mandallar birer noktalama işareti gibi; her biri bir cümlenin sonunu, bir günün tamamlanışını belirliyor. Çamaşır ipi, geçmişle bugünü birbirine bağlayan bir çizgi elini uzattığı her gömlek, bir hatırayı gökyüzüne asıyor sanki. Sokağın ucundan bir seyyar satıcı geçiyor, tekerleklerinin ritmi günün nabzını tutuyor. “Buyurun, taze meyve!” diye haykırıyor. Ama bu haykırış sadece satış değil, aynı zamanda “buradayım” demenin bir yolu. Günlük yaşam, bu tür küçük ilanlarla kendini var ediyor. Serinlik dalga dalga yayılıyor, sadece vücuda değil ruha da değiyor. Konuşmalar daha yumuşak, yürüyüşler daha temkinli. Güneşin zorladığı acele yerini sabrın tonuna bırakıyor. Ve kelâmın serin yüzüyle yazmak... Bu, bir tür şükür hâli. Her kelime bir teşekkür gibi; hayata, görmeye, duymaya, yazmaya… Bu yazı balkonun altına değil, göğe seriliyor; okuyanların kalbinde küçük bir ferahlık bırakması dileğiyle yazıyorum.
Günlük hayat, bazen bir şiirin en sade haliyle konuşur. Balkonun ucundan bakınca sadece hareket değil, anlam da görünür. Bir kadın pencereyi açıyor. Camdan dışarı süzülen bakışı, günün nabzını ölçer gibi. Belki birini bekliyor, belki de yalnızlığı havalandırıyor. Bir çocuğun ayakkabısı büyük; yürürken ses çıkarıyor. Ama o ses sadece lastiğin zemine teması değil, zamanın çocuklukla yaptığı anlaşma gibi. Bir genç, telefonuna bakarak yürür. Parmakları ekranla konuşurken yüzü düşüncelerle meşgul... Belki bir mesaj, belki bir hayal arasında gidip geliyor. Hasan Amca hâlâ dükkânın önünde oturuyor. Elindeki gazete, gündemin değil geçmişin haberlerini okur gibi. Gelen geçenle iki kelime eder, ama o iki kelime günün omurgasını taşır. “Hayırlı işler” bir dilek değil, bir dua olur burada. Ve ben balkonun serinliğinde, bu gündelik anların harflerini toplamaya devam ediyorum. Her an bir kelime, her kelime bir hikâyeye dönüşüyor. Şehir sadece binalardan değil, kelimelerden örülü bir cazibe merkezi gibi. Akşam yaklaşırken balkon biraz daha sessizleşiyor. Sokaktan geçenlerin ayak sesleri yavaşlıyor; sanki günün sonuna yaklaşmak bir tür içe dönüş çağrısı gibi. Serinlik, sabahki uyanıştan farklı bir ruha bürünüyor: artık sadece teni serinletmiyor, zihni de derinleştiriyor.
Karşı balkonda bir lamba yanıyor. Işık, duvarlara değil hatıralara vuruyor gibi. Gölgenin içinde kalan eşyalar, gün boyunca susmuş cümlelerin yankısını taşır olmuş. Işıkla gölge, kelâmın iki yüzü gibi: biri söyler, diğeri saklar. Hasan Amca’nın dükkânı kapanmak üzere... Gözünde, yüzünde bir yorgunluk, elinde günün sonunda biriken cümlelerle dolu... Raflara dizdiği ürünler değil, belki de insanlar arasında taşınan küçük selamlar. “Hayırlı akşamlar” diyor gelen geçene sadece bir dilek değil, yorgunluğun üzerine serilen bir sabır örtüsü. Bir genç balkonun köşesinde oturuyor, kulaklığında bir şarkı. Ritmi dışarıya taşmıyor, ama yüzündeki düşünceler genişliyor. Belki dinlediği şarkı değil, duyduğu bir anı onu meşgul ediyor. Ve ben hâlâ yazıyorum. Serinlik artık bir rüzgâr değil, bir üslup oldu. Kelâm, yavaş yavaş geceye dönüşüyor. Harfler sessizlikte büyüyor. Gündelik olan, bir tür iç selama dönüşüyor, vesselam.
Mehmet Aluç