Uçan Balon...


Mavi balına aklımın sınırlarını zorluyor belki de sanal bir gerçek olma özlemi ile dayanıyorum var gücümle. Kurşun dökmeye saniyeler kala içimdeki kumbara deliniyor.

Yaslı bir delik.

Ve yaslıyorum ruhumu: içine kaçma özlemi ile bir kumbaraya tıkmak istiyorum tüm biriktirdiklerimi.

Lanet ve mavi öfkeli ve ben içine düştüğüm düş çukurunda sarı bir papatyadan fazlası da değilim ki en son karanfil düşmüştü payıma yılbaşı çekilişinde ve görünen o ki; yılbaşı tarihini erteledi zaman tanrısı, sanrı yüklü mukozalarında sancılı kozalarından firar eden ateş böceklerine ikram ediyorum atıl düşlerimi.

Düello sahnesinde rolümü oynamakla içimi tırmalamak arasında gidip geliyorum ve eski, ucuz Amerikan filmlerindeki pasaklı kovboylar geliyor aklıma: ne yani ben bir butona basıp da infilak edecek kadar öfkeli miyim evrene yoksa evren mi beni dışladı tam da kovboy çizmelerimi çıkaracakken bir ses çalınıyor kulağıma.

Ezan sesi.

Lodosun etkisiyle ses nasıl da yakın.

Artık biliyorum ki ben terk edilmiş bir insan değilim ve de vatanımdayım demek oluyor ki düelloya çağrılmam için hiçbir neden yok.

Kurşun mu döktürecektim yoksa seken kurşun içimdeki balonu mu patlattı?

Ya, o, bir uçan balonsa ve işte düşümde gezgin bir yatağa uzanıp çocukluğumu çalkalıyorum ellerimdeki su şişesinde rast geldiğim elbette çocukluk resmin lakin çok çok ufağım ve git gide ufalıyorum azımsanmayacak bir eksilme bu ve bulutlar çoğalıyor iklimin sönük ferinde şimşek çakıyor.

‘’Alkış alabilir miyim sahi?’’

Bu söylemin kime ait olduğunu düşünürken sesi kısık televizyonda alt yazı geçiyor:

‘’Son eşinden de boşanan ünlü şarkıcı kadın alkışlar eşliğinde çıktı mahkeme salonundan.’’

Gülsem mi ağlasam mı?

Sahi, o kadın evlilik sözleşmesine imza attırmış mıydı bilmem kaçıncı kocasına?

Süt liman mı yani şimdi söylediği tüm şarkılar?

Kafa karışıklığı neden illa ki benim payıma düşer?

Resmi unuttum gitti bile ve ısrarla dikiyorum gözlerimi resme: tıpkı bir korku filmi gibi, resimdeki çocuğun kanayan gözlerine tanık oluyorum.

Kan mı yoksa gözyaşı mı?

Aklıma takılan o mavi balina oyunu… sahi kaç çocuğun sonu oldu ve benim şimdilik tek oyuncağım resimden dolaylarıma firar eden o sönmüş uçan balon.

Sırtlanlar.

Yalanlar.

Yalancı çoban…

Ne de masummuşuz bir zamanlar ve bizler nasıl da öğrendik yalancının mumumun yatsıya kadar yandığını…

Sahi, hep de düşünmüşümdür: neden yatsıya kadar ki?

Ne yani yalancının annesi beş vakit ezanı kılıp da fark ediyor o açığa çıkan yalanı? Neden ikindide ya da öğlen sönmüyor o mum?

Bir mum olmayı dilediğim günler aklıma geliyor bir de odada yanan mumu unutup çıkacak yangını son anda engellediğimiz ve bir koşu da gelmişti polis devriyesi ve yan komşumuz cinayete kurban gittiğinde de itfaiye dayanmıştı kapıya ve zavallı komşumuz kan kaybından değil de tazyikli suyun etkisiyle boğulup can vermişti.

Yorgun bir ruhsa tahliye olacak olan ve işte ruhum çoktan firar etti bile lakin cesedimle hala yer kaplıyorum hücremde ve esir alınmış bedenimle ruhumun günlük gezintisini yapıp dönmesini bekliyorum nihayetinde bedenim firar edip geride kalacak olan ruhum da hücre arkadaşlarım ile hasbıhal edecek ömrünün sonuna kadar ne de olsa bedenim tepkisizliğe dünden hazır ve de razı: hem iş ararken bana sorulacak ilk soru iken:

‘’Savcılıktan iyi hal kağıdı lazım bir de altı resim.’’

‘’Sağdan mı soldan mı çekilmiş?’’

Ve bingo.

Ne yani benim bir hapishane kaçkını olduğumu illa ki belgelemeli miyim?

‘’Ya, parmak izim?’’

‘’Ha, aklıma gelmişken: bir de kan tahlili. Öyle fazla kana gerek yok. Parmağınızdan dahi aldırsanız olur kanı.’’

‘’İyi de beni kan tutar.’’

‘’Madem sizi kan tutuyor neden komşunuzun canına kıydınız?’’

Aman Allah’ım: adam aklımdan geçeni okudu.

‘’Suçlu olmadığım seneler sonra ortaya çıktı ama. Üstelik komşum kan kaybından ölmedi.’’

‘’Otopsi raporu ne diyordu peki?’’

‘’Gıybet fazlalığından rahmetli oldu hem insan durduk yerde nasıl iftira atar ki bir diğer insana?’’

‘’Bunu siz mi söylüyorsunuz şimdi?’’

‘’Rahip misiniz yoksa savcı mı?’’

‘’Çok şükür Müslüman’ım üstelik gıybet günahtır. Bu arada siz hangi pozisyon için başvurmuştunuz?’’

‘’Altı üstü bulaşıcılık için hani gece vardiyasından dönüşte…’’

‘’Hangi işle iştigalsiniz?’’

‘’Ben bir yol işçisiyim. Yolları döşerim insanlar rahat gidip gelsin diye.’’

‘’Görünen o ki; siz hala yola gelmemişsiniz.’’

Hava mı sıcak yoksa durduk yerde niye ter basar ki insana?

Bedenim terliyor ve zihnim de tetikleniyor ve nerede olduğumu asla kestiremiyorum. Hani, nerede, az evvel elimde tuttuğum resim?

Ya, bu uçuşan balonlara ne demeli? Ve işte ben de uçuyorum nihayetinde. Ne, yani, insan bedeni bu kadar mı hafif olur? Doğru ya, ben bedenimi terk etmiştim.

Neyin müptelası olur ki insan?

Kötü alışkanlıkların mı yoksa aşkın mı? Yalnız, aşkla ermez aklım ne de olsa ufacık çocuğum ben:

‘’Anne?’’

‘’Söyle kızım, ne istedin?’’

‘’Aşk nedir anne, söylesene?’’

‘’Aşk, evladı uğruna canını ve özgürlüğünü hiçe saymaktır, çimen gözlüm benim.’’

‘’Benim neden babam yok?’’

‘’Ne malum olmadığı? Vardı ama artık çok uzaklarda.’’

‘’Anne, neden yaşıyoruz bu demir parlaklıkların arkasında hem neden, bana hiç uçan balon almıyorsun? Ve bir de kumbara istiyorum ben ki…’’

‘’Çünkü balonlar özgürdür, benim güzel yüreklim. Kumbara ise çalışan anne-babaların çocuklarına aldığı bir oyuncaktır.’’

‘’Hayır, anne: kumbara bir oyuncak değil.’’

‘’Elbette bir oyuncak üstelik zengin insanların o kocaman kumbaraya attıkları eski giysileri madem üstümüze geçiriyoruz…’’

‘’Ne yani, biz miyiz oyuncak olan üstelik o şarkıda söylediği gibi?’’

‘’Kaderin elinde oyuncak olduğumuza inanma sakın çünkü biz yazdık kendi kaderimizi ve sadece birbirimizin gözünde oynanan oyuncaklarız.’’

Demek ki hala bir şansım var.

‘’Babamı görme şansım hiç mi yok anne?’’

‘’Aslında babanın seni görme şansı yok üstelik senin babana da ihtiyacın yok sadece…’’

‘’Ama o resim öyle demiyor, anne. Bak; bir elimde sen bir elimde de… bu yabancı da kim? ‘’

‘’Cici baban.’’

‘’İyi de cici babalar kızlarına… dokunmaz, değil mi anne?’’

‘’İzin vereceğimi mi sandın, bir tanem? Ne o ne de bir başkası üstelik deli gibi âşık olup da gözümü geç açtığım…’’

‘’Çok mu geç kaldık anne?’’

İşte yine başladı o sağanak üstelik az evvel nasıl da yakıyordu güneş.

‘’Nerelisiniz, küçük hanım?’’

‘’Bu dünyadan olmadığım kesin.’’

‘’Sanırım yanlış duydum. Pişt, işitiyor musunuz beni?’’

Aşk hep mi yakar insanı? İnsanlar hep mi yanıltır?

Tutuşan bir yüreğin ikazı mıdır yoksa o titreme?

‘’Şey, sadece düşünüyordum. Buyurun, ne sormuştunuz?’’

‘’Dediğim gibi, efendim. Bu formu doldurun sonra da ilerideki sekreterliği bırakın. Sahi, nereden mezun olmuştunuz? Eh, ne de olsa aradığımız kişinin eğitimi pozisyona uygun olmalı. Hem iş yerine de yakın ikamet etmeniz sizin için faydalı olur.’’

‘’Yalan söyleme hakkım var mı acaba? Ya da kaç vakit söylemeliyim bu yalanları? Annem ancak yatsıyı kıldıktan sonra anlıyor da yalan söylediğimi.’’

‘’Sadece tek vakit, küçük hanım. O da; kendinizi korumak adına uzak durduğunuz insanlardan kendinizi korumak adına.’’

‘’Biliyor musunuz, ben hayatımda asla yalan söylemedim. Bakın, işte, bu bile bir yalan. Ya, siz hiç yalan söylediniz mi?’’

‘’Üzgünüm ama hayır. Çünkü siz bu işe uygun değilsiniz.’’

‘’Zaten firar etmiş bir ruhtan ne bekler ki insan? Hoşça kalın.’’

İşte sonunda kavuştum bedenime ve de hücreme.

‘’Artık özgürüz, meleğim. Sevinmedin mi yoksa?’’

‘’Yalan söylemeye devam et, anne yeter ki sen koru kolla beni dualarında ve namazında. Yatsı olmadan uyuya kalırım ne de olsa.’’

Hangisi daha beter?

Parmaklıkların ardına sıkışmış bedenler mi yoksa yalanla kendini avutan sefil ve de özgür insanlar mı? Bir de kader mahkûmu diye addedilmez mi? Ki kaderin de hiçbir suçu yok hele ki merhamet sadece yüreği tırmalayan bir duygu iken insanlar arasında da en büyük eksiklik ve işte merhamet sahibi sadece yüce Yaratan hele ki kuluna özel vasıflar yüklemişken.

‘’İki elin de dolu, canım kızım benim. Bir elini ben tutarken bir elini de…’’

‘’Mavi olsun anne, uçan balonumun rengi hem mademki diğer elimi o tutacak…’’

‘’Sönse bile mi?’’

‘’Asla sönmeyecek çünkü Tanrı buna asla izin vermeyecek mademki bu güne ulaştık.’’

 

 

 

 


( Uçan Balon... başlıklı yazı GÜLÜM-ŞİİRİN TEK H/ECESİ İKEN AŞK... tarafından 8/5/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu