Leke...




Düşlerimi henüz aldırdım en azından düşmeden kurtulmalıydım düşlerimden ve tırnaklarımı törpüledim mezarımı kazmazdan az evvel ne de olsa düşsel bir gezegen değildi yaşadığım.

Çöpsüz üzümdüm.

Sapımsa kayıptı ya da karık ne de olsa dalımdan kopalı fazla olmamıştı ve binlerce nirengi noktası elbet telaffuz edemediğim bir masal kimine göre rivayet benim içinse doğaüstü.

Üst üste gelmişti her şey ve tekini bile ayıklayamamış istiflemiştim tüm gelenleri…

Aklınıza kim gelirse artık. Çengisi bile eksik değildi yeni hayatımdaki bu izdihama sebebiyet veren her şey ve herkes için de geçerliydi.

Bir ömrü bir mahzende geçirmiştim: evet, yanlış duymadınız ve duvarlar yer gök her yer düşlerle kaplıydı ve hayat boyu bir kere bile karşılaşmadığım insanların resimleri ve hikâyeleri eşlik ediyordu bana. Bir gün dahi başımı uzatmamıştım pencereden işin doğrusu mahzenimde bir pencere bile yoktu ve bir ömrü ben demir parmaklıkların arkasında geçirmiştim ve içerisi o kadar soğuk ve kasvetliydi ki.

Tanımadığım insanlar ve hayat hikâyeleri için nasıl da gözyaşı dökmüştüm ve taşkına mahal vermiştim ve tek damla yağmur yağmazken mahzenimi ve düşlerimi sel basmıştı sonra ne kadar paçavra bez parçası varsa tek tek kurulamıştım selin verdiği zayiatı bir de gün ışıdı mı sızan güneşin ışığı ile her yer kurumuştu işte.

Kim olduğumu bilmiyordum hiç kimse hatta yaşadığıma dair en ufak fikirleri de yoktu ve düşlerle hemhal insan olmanın ütesinde biliyordum da artık bir düş perisi olduğumu.

Konuştuğum bir Allah’ın kulu yoktu duvardaki resimlerden başka ve ne yapıp ettim ve buldum resimlerdeki kahramanların adresini ve bundan sonra günlerim onlara yazdığım mektuplarla doldu taştı ve tek tek postaya verdim yazdığım mektupları ardından bekledim gelecek yanıtları ama sükûtu hayale uğradım ve tek mektup gelip geçmedi elime.

Düşlerden ibaret bir hayat ve duvarlardaki posterler…

Yaşımsa otuza yaklaşıyordu ve dur durak bilmeden düş görüyordum, hayal kuruyordum.

Tavanda soluk bir leke belirdi bir anda derken büyüdü de büyüdü o leke belli ki dış dünyadan bir mesajdı adresime ulaşan asla ihtimal bile vermedim gönderdiğim mektupların verdiği yanıtı olduğuna dair derken ıslaklık büyüdü de büyüdü ve resimler yavaş yavaş solmaya ıslandıkları yerden yırtılmaya başlamıştı bense mucizelerin varlığına her daim inanan bir insan olarak anlamıştım işte bunun Tanrının işareti olduğunu.

Günler günleri kovaladı ve yer zemin ve de duvarlar artık nemli ve küflüydü işin kötüsü sağlığımı da bozuyordu bu nem ve küf ve nefes almakta zorlanıyordum.

Uykularım bölünmeye başlamıştı ve gün geldi düş dahi göremez oldum işin ilginci resimler yırtıldıkça ve soldukça başka bir hayatın özlemini duymaya başladım ve kendi hayatımı ilk kez sorguladım.

Öyle ya; ben bir bireydim gerçek olan ve tanıdığım sohbet ettiğim tek insan yoktu o gittiğinden beri.

O.

Devasa bir boşluktu geride kalan O’nun gidişinin ertesi.

Hayatımın otuz yılına eşlik eden tek insan hatta ilk ve de son insan.

Annemle babam ayrıldıktan sonra bakımımı üstlenen sevgili halam ve asla beni yeryüzü ile tanıştırmayan bir ömrümü o mahzende geçirmem gerektiğine inandıran zaten merak dahi etmiyordum dışarıdaki dünyayı üstelik yürüyemeyen bir insan niçin merak etsin ki istila edilmiş bir dünyayı.

Evde yani mahzenimde koltuk değnekleri ile yürüyordum halamın sağlığında. Sonra sağlığı bozuldukça başucundan ayrılmaz olmuştum ve tüm günümü onun yanında geçiriyordum.

Öncesinde çalışan ve para getiren biri olarak doğal olarak dünyanın ve insanlığın da bir parçası iken halam, iş dönüşü eve koşa koşa gelir ve ağzından tek laf çıkmazken değişmeyen menüyü hazırlardı bana ve kendine.

Her gün yediğimiz tek şeydi yaptığı lapa. İyi gününde ise fazladan iki ya da üç köfte eklerdi servis tabağına. Üstüne suyumuzu içer erkenden çekilirdik yataklarımıza.

Ve sabah o, işe gittiğinde ben hep uyur olurdum ve uyandığımda hazırladığı kahvaltıyı iştahla yerdim. İştahla yemek zorundaydım tadı bir şeye benzemese ne de olsa başka bir alternatif yoktu.

İki dilim kızarmış ekmek bir de yulaf ezmesi.

Peşinen kabullenmiştim bana sunulan hayatı:

Sadece ben ve halam.

Halamın dış dünyada tek arkadaşı yoktu en azından ben böyle biliyordum ve son zamanlarda işe giderken ben bir özen gösterir olmuştu üstüne başına.

Uçuk pembe bir ruj almıştı ve sabahları uyanır uyanmaz saçını yapar allığını sürer ve aldığı ilk ve de tek parfüm ile adeta banyo yapar öyle çıkardı evden-mahzenden.

Üsküdar’da yaşıyorduk ve ben Üsküdar’da bir kez bile çıkıp dolaşmamıştım zaten imkânım da yoktu ve tekerlekli sandalye almayı ihmal etmişti halam daha doğrusu ona her sorduğumda:

‘’Nesini merak ediyorsun, kızım? Altı üstü kirli ve kalabalık bir dünya ve dünya ve kirli insanların cirit attığı.’’

Ya, halam?

Halam kirli bir insan mıydı?

Daha doğrusu kirli olmak ne anlama geliyordu?

Zaten halam her iş dönüşü çıkmazdı saatlerce banyodan gerçi bunu yeni yeni bir alışkanlık haline getirmişti ama…

Onun gidişine hazırlıklı değildim işin ilginci gideceğini bir kere bile düşünmemiştim. Ne de olsa gitmesi gereken tek insan bendim iş görmez bacaklarımla kime ne faydan dokunabilirdi ki?

Bunu bir kere bile yüzüme söylemişti halam ama telefonla konuşurken duyduğumu da çok uzun süre üstüme alınmadım.

Ne mi demişti?

Uyuduğumu sandığı bir gün asla da tanıdık gelmeyen bir ses tonu ve kahkaha ile:

‘’O anlamaz bile. Anlasa ne olur ki? Eli ermez gücü yetmez.’’

Kiminle konuşuyordu ve gerçekten beni mi kast etmişti?

Üzerime alınmamıştım ki bir gün:

‘’Bir süre burada olamayacağım. Bir hafta çok yoğunuz iş yerinde mecburen sabahlayacağız şirkette. Senin yemeğini hazırladım bile ve her şey buzdolabında. Zaten genelde uyuyorsun gün boyu. Bunu da bir düş bir rüya gibi farz et, Masal.’’

Cevap vermem gereken bir şey yoktu ortada daha doğrusu halam soru sormamış otoriter ses tonuyla bildirmişti ban neyin nasıl olacağını…

Bir hafta böyle geçti.

Döndüğünde çok şaşırmıştım ondaki değişikliğe.

‘’Neyin var hala? Yoksa bir hafta hiç mi uyumadın? Sararıp solmuşsun sanki.’’

O ise derin bir iç geçirmiş ve zorlukla atmıştı kendini yatağa üstelik günün bu erken saatinde uyumak ya da uzanmak asla tarzı değildi.

Bir yandan da inliyor ve karnını ovuşturup duruyordu.

Nihayetinde çıkardı dilinin altındaki baklayı.

‘’Ufak bir operasyon geçirdim, Masal. Azıcık da kanamam var. Telaş etme iyi olacağım.’’

İyi olacaktı elbet.

İyi olmalıydı da.

Asla da gelmedi bir kez bile aklıma, iyi olmayacağı.

Günden güle daha da sarardı soldu bense başucundan ayrılmıyordum ve elimden geldiği kadar yemek yapıp taşıyordum tepsiyle lakin tek lokma yemiyordu.

Yemedi günlerce ne kadar ısrar etsem de.

İşe de gitmiyordu artık ve ben ne yapacağımı bilemiyordum duvardaki posterlerle konuşuyordum içimden ve yineleyip duruyordum.

‘’İyi olacak, halam iyi olacak ve ikimiz beraber dışarı çıkıp gezeceğiz Üsküdar’ı hatta İstanbul’ u da.’’

Elbet kötürüm olduğumu unutuyordum hayal kurarken ki tekerlekli sandalyenin bile hayalini kurmaya başlamıştım ve ışıl ışıl da bir evin hayali.

Ne yani suç muydu ayaklarımın, bacaklarımın tutmaması?

Bense bir işin ucundan tutamadığımı bilsem de görmezden geliyordum her şeyi.

Zaten gelenimiz gidenimiz de yoktu ve artık halam telefonda kimseyle konuşmuyordu elbet hali de yoktu aynı zamanda ve içime doğan iyi bir şey yoktu.

Artık eskisi gibi uzun uzadıya uyuyup rüya da görmüyordum tüm vaktimi hasta yatağının başında geçiriyordum ve bol bol alnına sirke ya da kolonya sürüyordum halamın. Yüzü çok soluk ve soğuktu da.

Erkenden uyandığım o Cumartesi.

Yüzüne ve alnına kolonya dökecektim ki…

Çok soğuktu yüzü. Sonra ellerine dokundum ve vücuduna. Buz kesmişti ve işte o an anladım neyin ne olduğunu. Artık yapayalnızdım bu dünyada. Erkenden gitmişti halam ve yattığı yer kan içindeydi.

Neyi olduğunu bile söylememişken ve halamı kucaklamaya kalkışmıştım ki telefonuna gelen mesajla irkildim.

‘’Hallettin değil mi bebeği? Sen ve de piçin başıma musallat olamayacaksınız. Ben artık bu şehirden taşınıyorum. Öncesinde karımla seyahate çıkacağız. Bir daha beni arama. Hesabına yüklü bir para yatırdım. Uzun süre işini görür de elbet kendine yeni bir av bulana kadar.’’

Kimdi bu mesajı yazan bu densiz?

Ve halam ne yapmıştı?

Aslında çorap söküğü gibi anlıyordum gerçekleri tek tek.

Kapım çalındı mesajı okurken. Acele ile ortadan kaldırdım telefonu. Gelen büyük ihtimalle komşulardan biriydi. Gerçi umurlarında değildim değildik de ama kapıyı açmalı ve yardım istemeliydim birilerinden.

Ertesi gün halamı toprağa verdik ve hayatımın en berbat günüydü ki cenazesine bile gidememiştim.

Komşuların getirdiği üç beş tabak yemekse beni bayağı idare ederdi ve ben duvarlarda kalan boşlukları da tek tek posterlerle kapladım ne de olsa mahzenim benim mabedimdi ve de korunaklı dünyam elbet tavandaki o ıslaklık belirip de her yeri kaplayana değin.

Ağır aksak geçiyordu günler ve ben yere göğe eşlik eden o ıslakla baş edemiyordum zaten yapabileceğim bir şey de yoktu ama illa ki bu mahzenden kurtulmam gerektiğini biliyordum ama nasıl?

Düşleri terk etmiştim yoksa düşler miydi beni terk eden?

Çok havasız ve nemli bir ortam ise sağlığıma iyi gelmiyordu ve açlıktan midem sırtıma yapışmıştı ve o gün üst üste iki kez çaldı kapı.

Biri postacıydı ve elinde bir sürü zarf geldi bıraktı kucağıma.

‘’Bayağı da hayranınız varmış, küçük hanım.’’

Geldiği gibi gitti.

Üstünden on dakika geçmemişti ki kapı yeniden çaldı ama bu sefer ısrarla.

‘’Masal Hanım siz misiniz?’’

‘’Evet de. Siz kimsiniz?’’

‘’Öncelikle başınız sağ olsun. Şey içeri girebilir miyim?’’

Yana çekilmiştim ve içeri buyur ettim gelen adamı.

‘’Hım. Ne kadar kötü kokuyor burası zaten artık burada kalmak zorunda da değilsiniz.’’

Tüm hayallerimi ve düşlerimi halamla beraber gömmüştüm şimdi ise yeni bir kâbus mu başlıyordu yoksa?

‘’Gideceğim başka bir yer yok benim üstelik…’’

‘’Gideceğiniz harika bir yer var hatta harika bir hayat sizi bekliyor.’’

‘’Dalga mı geçiyorsunuz? Ben sakatım evin içinde bile zor dolaşırken…’’

Hayatımda ilk defa ‘’evim’ ’kelimesi çıkmıştı ağzımdan. Yoksa Allah mı söyletiyordu?

‘’Ama sizi bekleyen o kadar çok insan ve o kadar çok fırsat var ki.’’

Bu adam ne saçmalıyordu böyle?

‘’Halanızın avukatıyım ve size yüklü bir miras bırakmış ayrıca..’’

‘’Halam zengin biri değildi ki…’’

‘’Zaten halanıza kalan mirası sahiplenecek tek insan da sizsiniz. Elbet haberiniz yok.’’

‘’Neyden bahsediyorsunuz?’’

‘’Acı bir haber vereceğim size sanırım halanız size bahsetmedi öncesinde. Babanız geçen ay rahmetli oldu ve tüm mal varlığını halanıza bıraktı. Siz de halanızın tek vasisi olarak…’’

Ben terk etmiştim tüm düşleri ama görünen o ki; düşlerim beni terk etmemişti…

Adeta çanlar ve ziller çalıyordu beynimin içinde.

‘’Ek olarak söylemem gerekir ki; yazdığınız o harika mektuplar size başka bir dünyanın daha kapısını açtı.’’

Dakikalar evvel kucağıma bırakılan onca mektup.

Ne yani cevap mı vermişti mektupları yazdığım onca insan?

İyi de onlar sadece bir posterden ve resimden ibaret iken…

Yazdığım mektuplar belli ki adresine ulaşmıştı.

Dönüp dolaşıp şimdi de benim başıma talih kuşu konmuştu.

Şıp şıp damlayan su lekesi…

Kapıyı açıp da dışarı dahi çıkamadığım bir hapishanede geçen onca ömrüm ve şimdi önümde uzanan…

‘’Ne, yani? Hepsi bir gerçek mi? Düşlerden çıkıp da yola…’’

‘’Kapıda sizi harika bir araba bekliyor ve artık her şeyin en iyisine sahipsiniz üstelik bir ömür bunu hak edip de böylesi bir hapis hayatına mecbur bırakılmışken.’’

İyi de ben düşlerimi sonsuzluğa ve imkânsızlığa teslim etmemiş miydim?

‘’Ne zaman peki?’’

‘’Hemen şu an yeter ki siz isteyin.’’

Sahiden ben mi istemiştim yoksa yüce Yaratan mıydı sessiz kalamayan ve bir an olsun bile beni terk etmeyen?

‘’Düşlerim’’ dedim.

‘’Gerçeğe dönüşen düşleriniz, Masal Hanım ve düşler vazifelerini tamamlayıp size sahici ve muhteşem bir hayatın kapısını açtı üstelik gerçeğin de ta kendisi.’’

Okunmayı bekleyen onlarca mektup.

Beni bekleyen yeni ve mükemmel bir hayat…

Evet, ben düşlerimi terk etmiştim ama Yaratan ve gerçekler de beni terk etmemiş bilakis sahip çıkmıştı bana.

Gülümsedim usulca ama içimdeki çocuk deli gibi tepinip kahkaha atıyordu.


( Leke... başlıklı yazı GÜLÜM-ŞİİRİN TEK H/ECESİ İKEN AŞK... tarafından 1.09.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu