Deneme / Sevgi ve Aşk Denemeleri
Eklenme Tarihi : 8.09.2025
Bir nefeste solan düşün arka
penceresinde tutuklu gerçeklerden sızan hacimsiz yükler belki yüklendiğimizi
yok bilip yokluğumuzu sonlandıran varlığımıza da atıfta bulunan heceler.
Korumacı dünyaların korunaksız
yalanlarıyız.
Övündükçe yerin dibine geçen; öğürdükçe
arz eden ve öğütülüp de aksayan ayaklarında dünün, yarın odaklı andan
soyutlanmış hayallere gebe direnişler.
Kasnağı var mı peki zamanın ya da
arka penceresinde mi saklı güneş ve zımbalayıp da yüreği aşka, hiç mi şakımaz
heceler? Hiç mi seyrelmez saçı gerçeklerin?
İhanete uğrayan nice yeis ve topa
tutulan hayal bahçesinde top oynadığım günler öyle ya seyisiyim ben ömrün ve
kişneyen heceleri kamçılıyorum çünkü şehrin şakasıyım ve şakanın da güncesini
tutuyorum zapt etmenin olanaksız olduğunu bilsem de direniyorum ve nefsimi yok
saymak adına yapıyorum elimden geleni.
Hücrem ışıksız.
Tünediğim dal ise kurumuş.
Kundaklanmış bedenimde hep de ıslak
bezim ve çocukluğumu anıyorum ve arıyorum mutlu günlerimi.
Emziğim kirli madem annem
telaşlanıyor.
Yüreğin isini de sahipleniyor babam.
Anam, atam ve tüm sevenlerim.
Gözüm ve közüm ve özüm.
Ben ki boy veren bir filizim belki de
epriyen yalnızlığım ihmal oluyor gökte geviş getiren kuşları g/örüyorum ve
tutunuyorum kanatlarına ve dikiş tutturamadığım hayata atıfta bulunuyorum ne
zamanki sevmeye özensem sevilmeyi filan da dilemiyorum.
Tüneğimden düştüm; türediğim filan da
yalan sadece ürüyorum sadece güdüyorum göğün mintanında uçuşan eteklerime de
kuşlar konuyor.
Kanadığım yalan.
Çünkü kansızım ben.
Kardığım yalan çünkü karın ta
kendisiyim ben.
İlahi Sırdaşım.
Ve de yoldaşım elbet niyazlarımı
saklı tuttuğum.
Şimdi öğütüldüğüm minvalde bir koşu
bandında yürüyorum ne de olsa kapandığım mabedimde solmayı ben şerh düştüm
kadere ve kader de onay verdi ne de olsa elinde oyuncaktım kaderin…meali ne
midir günün? Elbette şarkıların güftesinde oynaşan heceler ve notaların azabına
denk düşüp göğe çentik attığım yorgun sayfalar.
Kırağı çalan cennetin cinnet
çiçeğiyim ve ölümsüzlüğümü dillendiren Tanrının azığa aldığı bir düşüm.
Düştüğüm yalan değil.
Düştüm düşeli ben bu hayata ve
üşümezliğin değil terlediğim öfkenin kazıntısıyım.
Şimdi İlahi bir düş dillendiriyorum
ve yolumu çiziyorum çünkü martavalın koynunda ben bir düş prensesiyim ve
azımsanan varlığıma ket vuran dolunayla sözlendim.
Aşkı istimlak ettiler.
Aşk kuramdı çünkü.
Ben ise aşkı ihbar ettim çünkü sevmek
için çok geçti ve yeniden sevilmeyi filan da şiar edinmedim ne de olsa sevgiden
nasiplenmeyen yoz dürtülerin kasnağı idim ve de yel değirmeninin öğüttüğü bir
başak tanesi.
Bir başattım belki de.
Baş koydum ve son bildiğim yanılgısı
ile yeniden başladım hikayeme.
Irmağın zerresi idi içimde yüzen
şarapnel parçaları ve kör kurşunla karşılaştım sonra baş eğdim sonra baş
kaldırdım sonram mademki meçhuldü.
İdam kararını veren meclis ihanet
ettiğimden dem vurdu.
İhbar ettiğimdi aşka ama ben asla
ihanet etmemiştim.
Fikrimle zikrimle ben bir seyyah idim
ve devranın dergahında açan bir güldüm ve latif yüreğimin nazarında açacak
goncalara sitem ettim çünkü açmazdaydım ve de aymazlığında sevgisizliğin ihanet
ettiğim değil itibar ettiğimdi tek gerçek. Neye mi?
Elbette külüstür düşler gezegeninden
aşırmıştım ben hayalleri ve zabıt tuttular sonra da zan altında kaldım.
Aşkın mukozasında zar atan gerçekler
soldurdu beni ve mimlendim sanrılara çektiğim mil ile de seğirttim ben düş
pazarında.
Kıyama durmak ne miydi?
Soldum ve öğrendim.
Kıyıma uğramak neydi peki?
Bilemedim çünkü yoksunluğun hicvinde
varlığım değildi beni aşan bizzat bendim yoksunluğumla izini sürdüğüm gerçekler
ve de kibrine yalanın atıfta bulundum.
Tanrısal bir gerçekti beşerin izdiham
yüklendiği ve dünyayı da cehenneme çevirdiği.
Çocuktum ben.
Asırlarca sene hüküm sürsem de
çocuktum çünkü meyvesiydim aşkın ve büyüyen sadece zamandı büyüten ise Tanrı.
Özgürlüğüm ise şifremdi ne de olsa
kanatlarımda saklıydı benim kaderim ve tarhım.
İçime otağı kuran renkler süzgün
çehremde yıldızlar sunuyordu aksıran iç sesime de ‘’çabuk öl’’ diyen ithamlar.
Düşmeye gör.
Yalnızlık neydi ki hele ki o çoğul
yalnızlık yok mu?
İtibar ettiğim kadar da itham
edenlere sorgu sual hak getire ve yol geçen hanı mezarımda kesif sessizlik
büyüdükçe büyüdü sonrasını ihmal eden bir sağanaktım damlalarından yana kaygılı
ve kuruyan içimde bir çöl çiçeğine hasrettim.
Ölümcül hitabesi sanrıların ve dar
ağacında salınan düşler.
Hitap yetimde saklıydı benim iç sesim
ve övünç değil bir geçiştirme ile salındım.
Mezar başlığımda yalın şiirler ve
kinayeler saklıydı ve de duaların gücü.
Erecektim madem nihayete ermişliğimle
saf tuttum ölüm yolunda ve sevgiyi yol bildim; aşkı mola…
Acıda saf tuttum acımadım da
acındırmadım da lakin acıdan yana mağdur düşlerin kifayetsizliğinde bir
zemheride dondu hislerim ve ölüverdim ansızın.
Kabrin huzuruna çıkan bedenim demek
ki toprak olmakla yok olmak aynı şey değildi.
Bir hayaletin düşüydüm bir düşün de
hayaleti. Göğün imdadına yeryüzü yetişti ve yeryüzü azalırken gök nasiplendi
kaybolan bedenlerden ve taşkın ruhlardan.
Bir eziyetti madem.
Meziyet bildiğim bir yanılsama ile
birer çentik attım her defasında ölümün tefrişiyle dar ağacındaki tabureyi de
tek tekmede devirdim.
İçime kat çıkan; içerlediğim her
dünde içtiğim şerbet ve de içtimada bir sakınca idim çünkü göğün kabir
ziyaretinde bulutlara serilen imanım ile farklıydım ben tüm ölülerden ve ölüp
ölüp dirilenlerden olmadım belli ki dingin ruhuma ermek için hayatımı azap
içinde geçirmem gerekiyormuş.
Sadık olduğum metanet.
Azığa aldığım nice hayal ve düş
küremde ben bir seyyah damlaydım azımsanmayacak bir coşku ile taşkın ırmakların
da ta kendisi ve paralel dünyalarda saf tuttuğum o mukozada aslında çatık kaşlı
bir kelamdım ne de olsa aşkın tutuşturduğu bir çalıydım ve sevmelerin meali idi
yorgun ruhum; ruhun da ta kendisi çapkın rüzgar.
İlhamıma yenik düştüm ve de
ithamların önünü alamazken.
Göğe selam çaktım ne de olsa bulutun
sırdaşıydım ve Tanrının da sevgili kulu.
Küle döndüm.
Küstüğüm bedenime bir tekme de ben
attım.
İfşa ettiğim mevsimden arakladığım
bir daldım ne de olsa kuşun tünediği saçaktım ve aşkın mezarında gezinen özlem
gibi uzağında kaldıklarım ve içimde yaşattıklarım.
Düşmüştüm madem gözden.
Düşkündüm madem hem de ezelden.
Düştüm son kez aşka ve kabrime sığınan
her düşü sahiplendim tıpkı Tanrı beni sahiplenirken andım sevdiklerimi ve
delişmen ruhumdan firar eden gölgemle hasbıhal ettim sağanakta ve rahmeti
kucaklayan iç sesimle firar ettim dünyadan.
Toprak olmuştum.
Topraktan gelen nihayetinde
bedeninden kurtulan rüzgar olmuştum elbette kendini savuran ve illa ki aşkı
s/avunan.
Latif yüreğimin mecrasında ben çakıl
taşını yüklenmiştim bir kez ve her artçı sevdada mesken bildim ana yurdumu ve
ana sevdamı çünkü aşkın haşmetli rüzgarı ile ben bir ana kıtaydım aşktan
çektiği kadar hiçbir şeyden çekmeyen.
Dokunulmazlığına vücudumun sahip
çıkan nice duygu ve şatafatlı yalnızlığıma söz geçiremezken.
Yol bildim.
İz sürdüm.
Firari ruhumla yüz sürdüm.
Andım mazimi ve serptim vücudumu avuç
avuç elbette tensiye ettiğim dünün gizeminde toprağa denk düştüm ve aşkın ta
kendisi iken ruhumla gize büründüm üstelik kendimi bildim bileli severken
sevilmeyi şerh düşen Rabbime şükrettim.
Geç de olsa sevgiyi hak eden ruhumla
saf tuttum kabrimde ve dolunaya yakalanan yüreğimle su serptim kabrime ne de
olsa toprak olmak bir hikmetti ve de nimeti kainatın elbette sonsuzluğa kanat
açan latif bir aşk.