
Varoluşun Yıkık
Duvarları Arasında Benim İç Sesim
Ruhumun ıssız
koridorlarında, tarif edilemez bir ağırlık hüküm sürüyor. Bu yük, ne
omuzlarımdaki bir eşya ne de ayak bileklerimdeki bir zincir; o, karşılıksız
kalmış bütün sessiz beklentilerin bileşimi. İçimde, ulaşılması imkânsız bir dinginliğe
doğru eğildiğimi hissediyorum, oysa hayat bana uygun gördüğü tek şey kaosun
düzensiz mevsiminde kalmak. Kendi masum ellerimle kazıdığım gerçeklik, beni
sürekli yokluğun çekim gücüne doğru sürüklüyor.
Bu sarmalın tam
merkezinde, korkunç bir çelişkiyle başbaşa’yım. Varlığımın derinliklerinde bir
alev parlıyor; öyle bir kuvvet ki, benliğimin en katı, en donmuş buzullarını
bile eritiyor. Bu ilahi sıcaklık, bana sadece var olduğumu değil, bir amaca
sahip olduğumu kanıtlıyor. Fakat aynı anda, o kaynağın uzağında kaldığım her
an, dondurucu bir titreme bedenime yayılıyor.
Anne Sevgisinin
Erişilmezliği ve Korkunun Tuzağı
Özellikle, yaşamın ilk
güven kaynağına, Annemin varlığına duyduğum o eski, saf özlem, bu üşümeyi
dayanılmaz kılıyor. O koşulsuz sığınaktan her uzaklaştığımda, dünyanın en temel
korkuları beni kıskıvrak yakalıyor. Sanki karanlıkta gizlenmiş bir tuzak,
varlığımın en hassas noktasını hedef alıyor ve ben, o tuzağın sert demirlerine
boyun eğiyorum. Bu, sadece fiziki bir ayrılık değil; koruyucu kalkanımın aniden
çözülüşüyle gelen, dünyayla baş başa kalmışlığın dayanılmaz çaresizliği.
İnsan ruhu, işte bu
ikilemlerle yoğrulur: Yaşama tutunma ve teslimiyet arzusu. Ben de içimdeki ihtişamlı
ateşi hissederken, aynı anda o kontrolsüzlüğün karşısında mutlak güven veren
bir gölgenin hasretini çekiyorum. Bu hasret, hayatımın müziğine eklenen hüzünlü
bir tını; ayrılığın kabul edilemez olduğunu, ruhumun bir bütünlüğe ihtiyacı
olduğunu fısıldıyor.
Hiçliğin İfşası ve
Gerçek Uyanış
Çocuksu saflığımla
hissettiğim her duygu, bu anlamsızlığın girdabında bile bir iz bırakma çabası.
Sanki varlığım, kendisini tamamen yokluğa bırakmadan önce, o sonsuz kaybı, o
derin çelişkiyi tekrar tekrar kanıtlamak istiyor.
Hayat bana hem yakan
bir ruh hem de üşüyen bir beden vermiş. Bu durum, benim en büyük sınavım: İlahi
sıcaklığı içimde taşırken, fani dünyanın soğuk gerçeklerini olduğu gibi kabul
etme sanatını öğrenme zorunluluğu. Ben, bir yandan koşulsuz kabulü arıyorum,
diğer yandan ise reddedilme olasılığının bilinciyle nefes alıp veriyorum.
Bu hüzünlü düzensizlik
içinde yaşamak, ruhumu incelikli bir kavrayışa ulaştırıyor. Hiçliğin
derinliklerine baktıkça, geçici olan her şeye tutunmaktan vazgeçiyorum. Masum
kalbimin dürüstlüğüyle kazıdığım bu varoluşsal gerçeklik, en sonunda şunu
fısıldıyor: Dışarıdan gelen hiçbir ses, içerideki ateşi ne tamamen söndürebilir
ne de tamamen yakabilir.
Ben, o ateşin hem
yakıcılığını hem de ısıtıcılığını kendi içimde dengelemeyi öğrendiğim an, kaybın
tuzağından da kurtulacağım. Bu benim kabulüm; içsel zenginliğimle dışsal savunmasızlığımın
çarpıştığı bu noktada, kendimi yeniden tanımlıyorum. En büyük ümidim, yaşadığım
en derin üşümenin hemen ardında gizli.
Hiçliğin girdabına
bakarken, insan geçici olan her şeye tutunmaktan vazgeçer. Masum kalbimin
dürüstlüğüyle kazıdığım bu varoluşsal gerçeklik, en sonunda şunu fısıldıyor:
Dışarıdan gelen hiçbir ses, içerideki kutsal ateşi ne tamamen söndürebilir ne
de tamamen yakabilir. Ben, o ateşin hem yakıcılığını hem de ısıtıcılığını kendi
içimde dengelemeyi öğrenmek zorundayım.
Bu hüzünlü düzensizlik
içinde yaşarken, en keskin acı, zamanın geçiciliğidir. Her an, o koruyucu
kalkanın yani Annemin varlığının, benden daha da uzağa çekildiğini hissetmek.
Bu mesafeyle başa çıkmaya çalışırken, dünyanın soğuk ve ilgisiz duvarlarına
çarpıyorum. Geriye dönüp baktığımda, verdiğim ama karşılık bulmayan bütün o
sessiz çağrıları birer hayalet gibi görüyorum.
Bu kasvetli mevsimde
barınmam, benim için bir ceza değil, bir idrak yolu. Çünkü anlıyorum ki,
dışlanmışlık hissi bile, aslında ait olma arzumun bir isyanı. Korkunun tuzağına
düştüğümde, elimden gelen tek şey, çocuksu saflığımla o ateşe tekrar yönelmek
oluyor. Zira biliyorum ki, yokluğun çekim gücü ne kadar kuvvetli olursa olsun,
benim varoluş sebebim ondan daha ağır basıyor.
Ben, bu çelişkinin
ürünü olarak, koşulsuz kabulü bir kez daha, bu sefer kendi içimde inşa etme
yolundayım. Bu benim yeni eylemim, bu benim yeniden doğuşum olacak, vesselam.
Mehmet Aluç