Nuri Hoca az konuşurdu.
Onu dinleyenler, sustuğu yerde bile bir anlam bulurdu.
Sanki sessizliği bile bir dersin devamıydı.
Çünkü onun sessizliği bile öğretirdi.
Kelimeler bile tek tek onu seçerdi.
Her cümlesi içinden süzülür, kaleminin ucunda bir duaya dönüşürdü.
Yazmak, onun için anlatmanın en sessiz hâliydi.
Sözcüklerle konuşur, satırlarla dinlerdi.
Sınıfta sesini yükselttiği hiç görülmemişti.
Bir öğrenci hata yaptığında bile gözleriyle anlatırdı.
O gözlerde, insan kendi vicdanını görürdü.
O bakışta ne öfke olurdu, ne kırgınlık
Sadece derin bir anlayış, sabrın içinden doğan bir merhamet.
Kimse fark etmezdi ama, en çok susarak öğretiyordu.
Bir gün öğrencilerden biri sordu:
Nuri Hoca, bazen anlatacağınız şey varken neden konuşmuyorsunuz?
Hoca hafifçe gülümsedi.
Ve kısık bir sesle söyledi:
Çünkü bazen sessizlik anlatır evlat sadece dinlemeyi bilen duyar.
O anda sınıfa güneş vurmuştu.
Toz zerreleri ışığın içinde yavaşça dans ediyordu.
O anın içinde sanki kelimeler bile nefes almaktan çekindi.
Sınıfın dinginliğini birden dış dünyanın sesi böldü.
Koridorlardan Sami Biber’in kahkahası yankılandı.
Nuri Hoca pencereye baktı.
İçinden geçti:
Bazıları sesiyle anlatır, bazıları sessizliğiyle ben ikincisiyim.
O akşam okul boşaldı.
Koridorlarda ayak sesleri sustu.
Sadece onun odasından hafif bir ışık sızıyordu.
Masasında eski bir defter açık duruyordu.
Yarım kalmış bir cümlenin yanına oturdu.
Kalemi eline aldı ve yazdı:
“Bazen kelimeler değil, kalem ucu kırılır.
Sonra derin bir nefes aldı.
“Çünkü bazen insan, söyleyemediğini yazarken kırılır, diye fısıldadı kendi kendine.
O satıra uzun uzun baktı.
Sanki yıllardır kalbinde taşıdığı bütün yük o cümlede durmuştu.
Sonra kalemini kapattı, pencereye yöneldi.
Gecenin rüzgârı hafifçe perdeyi hareket ettirdi.
Gözlerini gökyüzüne kaldırdı.
Ve kendi kendine fısıldadı:
Sessizlik bazen insanın en yüksek duasıdır.
Ve o dua, çoğu zaman kimse duymadan kabul olur.
İsmail Gökkuş – Devam Edecek