Duvarın Dibindeki Minder


KÖY ODASI - www.tarihistan.org


   Küçük köy odasının içinde, duvarın dibine konulmuş eski bir minderin üstünde oturuyorum. Minderin kumaşı, zamanla solmuş ama hâlâ sıcaklığını koruyan bir anı gibi. Sanki yılların yükünü sessizce taşımış, nice sohbetlere, nice sessizliklere tanıklık etmişti. Minderin altındaki toz, geçmişin izleriyle doluydu; çocukluğumun ayak izleri, annemin sessiz duaları, babamın yorgun bakışları… Duvarın dibi… Ne çok şey anlatır aslında. Bir geri çekiliş, bir sığınma, bir kabulleniş. Hayatın ortasında değil, biraz kenarında durmak. Gürültüden uzak, ama kalbin tam merkezinde. Orada otururken, zamanın ağır ağır aktığını hissediyorsun. Dışarıda rüzgâr dalları sallarken, içeride geçmişin yankısı duvarlara çarpıyor. İnsanın bazen duvarın dibine çekilmesi gerekir. Hayatın telaşından, beklentilerden, kalabalıklardan uzaklaşmak için. Bir minder yeter o an için. Yumuşaklığıyla seni sarar, sessizliğiyle seni dinler. O minder, bir annenin kucağı gibi olur; yargılamaz, acele ettirmez. Sadece orada olmanı ister. Köy odasının loş ışığında, minderin üstünde otururken, insan kendini yeniden bulur. Unuttuğu duygular, bastırdığı özlemler, söyleyemediği cümleler bir bir dökülür içinden. Duvarın dibinde oturmak, hayata kısa bir ara vermek gibidir. Bir iç çekiş, bir duraksama, bir yeniden başlama. Belki de hepimizin bir eski minderi olmalı. Duvarın dibine konulmuş, bizi olduğumuz gibi kabul eden. Çünkü bazen en insanca olan, en sessiz olandır. Ve en derin duygular, en sade köy odasında, bir minderin üstünde yaşanır.


O eski minderin üstünde otururken, zamanın bir kumaş gibi üzerime serildiğini hissediyordum. Her kıvrımında bir anı, her ipliğinde bir ses gizliydi. Minderin yumuşaklığı, çocukluğumun kucağı gibiydi; annemin dizine yaslanmış bir öğleden sonra, babamın sessizce pencereye baktığı akşamlar… Duvarın dibinde olmak, hayatın merkezinden çekilip kalbin kıyısına yerleşmekti sanki. Köy odasının duvarı, çatlaklarıyla bana geçmişi fısıldıyordu. Bir çatlak, dedemin bastonunun iziydi belki; bir diğeri, halamın gençlik kahkahasıyla titremişti zamanında. Her iz, bir insanın geçip gittiğini, ama tam olarak gitmediğini anlatıyordu. Duvarın dibindeki minder, bu izlerin sessiz tanığıydı. Orada oturmak, geçmişle bugünün el sıkışmasına şahit olmaktı. İnsan bazen sadece oturmak ister. Konuşmadan, düşünmeden, sadece var olarak. Minderin üstünde oturmak, kendine dönmenin en sade hâlidir. Ne bir başarı beklentisi vardır, ne bir gösteriş. Sadece sen varsındır ve minderin sıcaklığı. O an, insanın en insanca hâlidir belki de. Çünkü duyguların en derini, sessizlikte yankılanır. Bir gün herkesin bir duvarın dibine ihtiyacı olur. Hayatın yükü ağırlaştığında, kalabalıklar yorucu olduğunda, kelimeler yetmediğinde… O zaman bir minder yeter. Seni sarar, seni taşır, seni dinler. Ve sen, o minderin üstünde, kendini yeniden hatırlarsın. Kim olduğunu, neyi sevdiğini, neyi özlediğini… Duvarın dibindeki minder, bir sığınak değil sadece. Aynı zamanda bir başlangıçtır. Orada otururken, içindeki sesleri dinlersin. Belki bir şiir doğar, belki bir gözyaşı süzülür, belki sadece bir iç çekiş. Ama hepsi insanca, hepsi gerçek...

 

Köy, zamanın ağır ağır yürüdüğü bir yerdi. Her şey biraz daha yavaş, biraz daha derin yaşanırdı burada. Sabahları horoz sesiyle, rüzgârın kavak yapraklarına dokunuşuyla uyanırdım. Duvarın dibindeki minder, sadece bir eşya değil, köyün kalbinin attığı yerdi. Orada otururken, dışarıdan gelen sesler birer hatıra gibi içeri süzülürdü: çeşme başında gülüşen kadınlar, tarladan dönen traktörün uğultusu, camiden yükselen ezan sesi… Köyün sokakları, çocukluğumun ayak izleriyle doluydu. Her taş, her toprak parçası bir oyunun parçasıydı zamanında. Şimdi o sokaklar sessizdi ama hâlâ konuşuyordu. Minderin üstünde otururken, dışarıdaki dut ağacının gölgesi içeriye düşerdi. O gölge, yazın serinliğini, kışın özlemini taşırdı. Duvarın dibinde oturmak, köyün ritmine kulak vermekti. Köyde zaman, takvimle değil, mevsimlerle ölçülürdü. Bahar geldi mi, herkesin yüzü gülerdi. Çiçekler açar, çocuklar sokaklara taşardı. Yaz, kavurucu sıcağıyla değil, gece serinliğinde anlatılırdı. Kışın soba başında toplanılır, eski hikâyeler anlatılırdı. Minderin üstünde otururken, bu mevsimler birer duygu gibi içime dolardı. Köyde insanlar birbirini isimle değil, hikâyeyle tanırdı. “Ali’nin torunu”, “Hatice’nin gelini”, “Mehmet’in küçük oğlu”… Herkes bir başka hikâyenin devamıydı. Duvarın dibindeki minder, bu hikâyelerin sessiz dinleyicisiydi. Orada otururken, geçmişin sıcaklığıyla sarılırdım. Çünkü köy, sadece bir yer değil, bir aidiyetti. Bir ses, bir koku, bir dokunuştu. Ve ben, o eski minderin üstünde, köyün kalbinde oturuyordum. Duvarın dibinde, geçmişle bugün arasında bir yerde. Ne tam içindeydim hayatın, ne de dışında. Ama tam orada, köyün ritmiyle uyum içinde, sessizce var oluyorum, vesselam.

Mehmet Aluç

Ankara –Sincan


( Duvarın Dibindeki Minder başlıklı yazı kul mehmet tarafından 14.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu