
Ses(sen)sizliğin Yankısı
Bir sevdanın ulaşılmazlığı, sadece yasaklılığında değil;
ruhun en derin kıvrımlarında bıraktığı ıstırapta gizlidir. Dil susar bazen,
çünkü kelimeler kifayetsiz kalır. Ama ruh, susmaz. O, gecenin en sessiz
saatinde ağlar, bir yastığın kenarında, bir melodinin kıyısında. Ahu bakışlım
bir hayalin gölgesinde yaşar sessizce. Gerçek ile düş arasında gidip gelen bir
deniz vurgunu gibi... Her dalga, bir hatıra; her kıyı, bir pişmanlık dolu.
Tümceler yanık, çünkü her biri bir yangından arta kalan küldür. Ve yalnızlık...
Rengi gri değil artık, kurşuni. Çünkü artık sadece eksiklik değil, bir ağırlık
taşır.
Nefesinin sesini aramak, bir melodide yankı aramak gibidir.
Belki bir ağıt, belki bir dua... Ama hep bir arayış. Çünkü bazı gidişler
mühürlenir, mahşere bırakılır. Ve insan, o mühürlü gidişin ardından, İsrafil’in
Sur’una umut bağlar. Belki yeniden yeşeririm diye... Bazı geceler vardır,
saatler değil sükût akar. Zaman, bir yastığın kenarında kıvrılır; bir
gözyaşının sıcaklığında erir. İnsan, en çok kendi sessizliğinde yankılanır.
Çünkü en gerçek ses, içimizde duyduğumuzdur.
Ahu bakışlım senin hayalin ardından yürümek, bir rüyanın
izini sürmek gibidir. Her adımda biraz daha eksilir insan, biraz daha çoğalır
özlem. Sarhoş aldanışlar, sadece bir yanılgı değil; bazen en doğru hislerin
yanlış zamanla buluşmasıdır. Deniz vurgunu olmak, dalgaların değil, derinliğin
çağrısına kapılmaktır. Her cümle yanık, çünkü her biri bir iç yangının külüdür.
Kurşuni yalnızlık, artık sadece bir renk değil; bir hal, bir yaradır. Ve
melodiler... Onlar artık sadece notalar değil, nefesinin izini süren dualardır.
Gecenin en koyu saatinde, bir yastığın kenarında unutulmuş
bir nefes gibi kalır insan. Ne bir ses, ne bir dokunuş… Sadece içten içe
büyüyen bir sızı. Ruh, kendi yankısında boğulur. Çünkü bazı acılar konuşmaz;
sadece bekler. Bir gün anlaşılmayı değil, bir gün unutulmayı... Ahu bakışlım
bir hayalin gölgesinde yaşamak, gerçekliğin en kırılgan yerinde yürümek
gibidir. Her adımda biraz daha eksilir insan. Sarhoş aldanışlar, sadece bir
yanılgı değil; bazen en doğru hissin en yanlış zamanda doğmasıdır. Ve o zaman,
sevda ulaşılmaz olur. Çünkü zaman, sevdaya düşman kesilir.
Deniz vurgunu olmak, dalgaların değil, derinliğin çağrısına
kapılmaktır. Her dalga bir hatıra, her kıyı bir pişmanlık. Tümceler yanık,
çünkü her biri bir yangından arta kalan küldür. Kurşuni yalnızlık, artık sadece
bir renk değil; bir hâldir. Ve melodiler... Onlar artık sadece
notalar değil, nefesinin izini süren dualardır. Melodilerin arasında nefesini
aramak, bir ağıtın içinde umut aramak gibidir. Belki bir ezgi, belki bir dua...
Ama hep bir arayış içindeyim zaten. Çünkü bazı gidişler mühürlenir, mahşere
bırakılır. Ve insan, o mühürlü gidişin ardından, Hala bir umut bağlar. Belki
yeniden yeşeririm/yeşeririz diye...
Kurudu gönlüm… Ne bir damla su düştü üstüme, ne bir esinti
geçti içimden. Beklemek, bazen yağmuru değil, sadece gökyüzünün suskunluğunu
taşımaktır. Ve ben, o suskunlukta kaldım. Kar kokunu özledim, ama bilirim… Sana
aciz gönlüm bilir ki, karın kokusu senin teninde değil. O sadece bir yanılsama,
bir hatıranın soğuk yankısı. Gönül pencerelerimi kapat artık. İçeriye umut
değil, hüzün sızıyor. Güller açmaz artık sana; kırmızısı soldu, kokusu sustu.
Ve ben, eğilmem yine de bıraktığın yolun lalezarına. Çünkü o yol, artık bir
hatıranın izinden başka bir şey değil. Beyhude naralarım, öksüz kaldı.
Yetimleşti her kelime, sensizliğin içinde. Gittin ya… Ellerimi bırakıp, bir
divane kuşu gibi bastım taşları yürek volkanıma. Her adımda biraz daha yandım,
ama yine de yürüdüm. Çünkü bazı yollar, acıyla değil, hatırayla döşenir. Ve
ben, o hatıranın izinde, sessizce seni aradım. Belki bir melodide, belki bir
rüzgârda… Ama hep aynı duayla: “Yeşeririm ben yine, a gülüm.” Vesselam
Mehmet Aluç