Ne Zormuş Kavanoz Kapağını Açmak!

 Sıkışmış kavanoz kapağı tık diye açılıyor! Yüzde 100 başarılı, ustaları  sırrını verdi - Püf Noktası

Elime verdi o kavanozu, açmamı istedi hanım. Gözlerindeki o beklenti ve hafif sabırsızlık, açılmayan kapağın stresi küçük ama etkili fırtınanın habercisiydi belki de. Kavanoz basit bir nesne gibi görünse de, o an benim için öyle değildi. Sıkıca kapalı kapağı elimle, gücüm yetmeyen ellerimle çevirmeye çalıştıkça, içinde bir yerlerde bastırılmış bir eziklik hissettim. Kapağı açamamak sadece bir iş değil, küçük bir başarısızlıktı. Hanımın sabrıyla karışık onun fırçasını yemek, sanki o küçük ‘açamadığın’ kavanoz kapağı yüzünden hayatla da mücadelede geri düştüğümü hissettirdi bana. Çünkü küçüklüğümden beri her zorluğu aşmam gerektiğini düşündüm, her şeye çözüm bulabilmeliyim sandım.

Ama işte, bazen hayatın küçük kapakları vardır, açılmayan, dirençli, seni durduran. Ve bazen açamadığın her kavanoz kapağı, sende bir hınç değil de, hüzün bırakır. O hüzün, başkalarının beklentileriyle çatışan güçsüzlüğün ta kendisidir. Fakat arkasında mizahi bir yan da vardır: insanın bazen en sert kapakları bile açamaması, kendini çok da ciddiye almaması gerektiğini hatırlatır. Belki de kavanozu açamamanın verdiği o anlık eziklik, kendimizle ilgili gerçek bir sınavdır; nasıl direnç gösterdiğimizin, nasıl vazgeçtiğimizin küçük bir göstergesi. O kapak açılmayabilir ama bu, başarısızlık değil, sadece insan olmanın başka bir hali. Sonunda, kavanoz kapağı açılmayabilir. Ama insanın içindeki anlayış kapağı açıldığı an, gerçek güç başlar.

 

Elime kavanozu aldığımda, o an çekingenliğin soğuk eli farkında olmadan belirmeye başladı. Açmak mı? Ya beceremezsem? Ya o güvensizlik, o küçük tereddüt, yüzeye fırlayan bir buz parçası gibi kalbime saplanırsa? Elimi uzattım ama durdum; sanki bu basit hareketin ardında büyük bir sınav gizliydi. Bir taraftan açma isteği, diğer taraftan açamama korkusu vardı. Bu küçük kavanoz kapağı sadece bir nesne değil, aynı zamanda kendi sınırlarımı görmeye açılışımı bekleyen bir kapıydı. Döndürdüm kapağı bir kez, sonra iki, güçle bastırdım ama hareket yoktu. Ellerim titriyordu, o an duyulan çaresizlik, küçük pırıltılar gibi yükseldi. “Yapamam belki de” dedi bir ses içimde. Bu kaçınma hissi, hem kendime olan güvenimin zayıflığını hem de hanımın gözündeki yargıyı düşündürdü bana. Çünkü onun gözlerinde, açamayan adam “eksik”, “yetersiz” olabilir...

İkincilik, eziklik an meselesiydi. Bu kavanoz kapağını açamamak, küçük bir anlık başarısızlık gibi görünse de, içimde büyük bir yük oluşturdu. Çünkü aslında açamadığım şey sadece kapak değildi, kendi güçlü ve yeterli olduğuma dair inançlarımın sınanmasıydı. Her denememde ellerimden kayıp gidiyordu o inanç, hissettiğim ağır yük ise, açamadığımı görmek üzere bekleyen başkalarının sessiz yargısıydı. Sonra bir fırça yedim, o keskin sözlerin arasında küçülen ben, bu sefer daha da derin bir içsel sorguya daldım. Neden bu kadar önemlidir ki açmak? Neden bazen basit şeylerde bile başarısız olduğumda kendimi parçalıyorum? Acaba büyüklük, başarı veya değer sadece bir kapağı açabilmekle mi ölçülüyor?

İşte o an, kocaman bir evrenin içinde küçücük, kırılgan bir nokta gibi hissedip, aynı zamanda insan olmanın karmaşıklığını derinden anladım. Vazgeçmek, denemek, başarısız olmak... Hepsi bu küçük anın içinde anlam buldu. Başkasının fırçası, aslında beni yalnızca daha sert kapakları açmaya hazırlayan bir sarsıntıydı. Bu kavanoz, açılmasa da kapandı. Ama ben biliyorum ki, her kilitli kapak bizi bir sonraki açılışa, hayatın daha büyük sırlarına hazırlıyor. Ve belki de asıl güç, açamadığımız şeylerin gölgesinde büyür. Elime kavanozu aldığımda, içimde beliren o çekingenlik fark ediliyordu hemen. Hanımın gözleri üzerimdeydi, o an durakladım, elimdeki kavanoza dokundum ama açma cesaretini bir türlü bulamadım.

“Ne oldu Bey? Bu kadar zor mu sanki?” dedi hafifçe şaşırmış, sabrı ufak ufak eriyen bir tonda.

“Görüyorsun deniyorum ama... Kapak çok sıkı ya,” diye cevap verdim, sesimdeki çekingenlik kulağıma bile tuhaf geldi.

“Sen mi açacaksın, yoksa o kapak mı seni oynatacak?” dedi hafif alaycı bir tonla.

Ben ellerimi sıktım, kavanozu yeniden tutmaya çalıştım. “Sen biraz ağır vurmuyor musun acaba?” dedim, yarı şaka yarı iç çekerek.

Hanım gözlerini devirdi. “Hayır, sadece işini yapmasını bekliyorum. Kavanoz açılacak, sen de… Sen de elinden geleni yapacaksın.”

Bu konuşmalar arasında, içimde büyüyen o eziklik dalgası fark ettim. Ellerim terlemeye, suratım kızarmaya başladı. Başarısızlığın küçük bir yankısıdır bu diyaloglar; tıpkı her kıvranışta büyüyen küçük bir fırtına.

“Bir dakika,” dedim. “Belki de yanlış yoldayım. Hadi yardım et, birlikte açalım,” diye önerdim.

Hanım biraz yumuşadı, “Tamam, ama sen başla bakalım. Göreyim ne yapıyorsun.”

Birlikte kavanozu tutup, gücümüzü birleştirdik. Kapak bir anlık gevşedi. “Bak, birlikte daha kolay,” dedi memnun bir sesle. Ama içimdeki küçük direniş, açamadığım kapağın ötesinde bir dünyaydı. Bir an durduk, hanım ciddi bir ifadeyle baktı bana: “Bazen küçük şeyleri bile halledemeyince, daha büyüklerinden korkmaya başlıyorsun demek ki.”

“Söylediğinde haklısın,” dedim. “Belki de korktuğum, sadece açılmayan bir kavanoz değil, başkalarının beklentileriyle yüzleşmek.” Bu kısa sohbet, kapak açabildiğimizden daha anlamlıydı benim için. Çünkü o an, güçlük sadece fiziksel değildi. İçimde, hem açmadığım kapaklar hem de üzerimdeki sinsi yargılar vardı.

“Bir gün açacağız,” dedi hanım umutla. “Hem kavanozu, hem de… Seni.”

Gülümsedim, “Belki de bu, en zor kapak.”

Kapağı açmak için son bir kez daha denemeye karar verdim. Ellerim terli, kalbim hızlı atıyordu; sanki bu küçük kavanoz, benim bütün başarımı ölçüyordu. Derin bir nefes aldım, kendime güvenimi toplamaya çalıştım. Hanım gözlerini bana dikmiş, bekliyordu; o karışık sabır ve ciddiyetle.

“Hazır mısın? Son kez dene bakalım,” dedi.

Başımı salladım, dudaklarım hafifçe titrediydi ama azmim kararlıydı artık. Ellerimi kavanoza sıktım, bedenimi öne doğru eğdim. Tüm gücümü topladım, adeta bir savaşçı gibi ıkındım; parmaklarımda bilenmiş bir enerjiyle kapağı döndürmeye başladım. İlk başta kırılmayan direniş, yavaş yavaş gevşedi. Bir çıtırtı, o küçük müjdeyi getirdi: kapak biraz oynadı.

“Oldu, oldu!” dedim, sesi heyecanlı, biraz da rahatlamış.

Hanım yüzünde o karmaşık ifadeyle, tebessümü belli belirsiz: “Gördün mü, yapamamak o kadar da kalıcı değilmiş.”

Son bir sefer daha ıkındım, bütün bedenimi kaptırarak, sabırla; kapak sonunda açıldı. O küçük kırmızı kapağın sıyrılması, içerideki yazın ve çabanın sembolüydü artık. İlk başta o kabın içinden yayılan koku değil,(benim ıkınmamla arkamdan çıkan ıkınmanın zorluğuyla hava alan bağırsaklarımın ,anlayın artık…) kendi içimde yayılan rahatlama büyüktü. Sanki kapakla birlikte beni kuşatan o eziklik de bir anda açılmış, serbest kalmıştı. Hanım, hafif gülümseyerek yanımdan geçti. “Bak işte, bazen gerçekten yapamadığımızı sanırız. Ama yeter ki denemeyi bırakmayalım.” O an anladım ki; hayatın kapakları, ne kadar sıkı kapanırlarsa kapansın, bazen sadece biraz daha ıkınmak, biraz daha sabretmek gerekir. Ve önemli olan o ıkınmayı yaparken pes etmemekmiş.

Mehmet Aluç

Not: Ahmet kardeşim, sonrasında Nuri kardeşimin sonunda Adaşım Mehmet Fikret’in yazdıklarına karşılık yazılmıştır.


( Ne Zormuş Kavanoz Kapağını Açmak! başlıklı yazı kul mehmet tarafından 3.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu