Deneme / Hayata Dair Denemeler
Eklenme Tarihi : 3.11.2025
Ne
Zormuş Kavanoz Kapağını Açmak!

Elime verdi o kavanozu, açmamı istedi hanım. Gözlerindeki o
beklenti ve hafif sabırsızlık, açılmayan kapağın stresi küçük ama etkili
fırtınanın habercisiydi belki de. Kavanoz basit bir nesne gibi görünse de, o an
benim için öyle değildi. Sıkıca kapalı kapağı elimle, gücüm yetmeyen ellerimle
çevirmeye çalıştıkça, içinde bir yerlerde bastırılmış bir eziklik hissettim. Kapağı
açamamak sadece bir iş değil, küçük bir başarısızlıktı. Hanımın sabrıyla
karışık onun fırçasını yemek, sanki o küçük ‘açamadığın’ kavanoz kapağı
yüzünden hayatla da mücadelede geri düştüğümü hissettirdi bana. Çünkü
küçüklüğümden beri her zorluğu aşmam gerektiğini düşündüm, her şeye çözüm
bulabilmeliyim sandım.
Ama işte, bazen hayatın küçük kapakları vardır, açılmayan,
dirençli, seni durduran. Ve bazen açamadığın her kavanoz kapağı, sende bir hınç
değil de, hüzün bırakır. O hüzün, başkalarının beklentileriyle çatışan
güçsüzlüğün ta kendisidir. Fakat arkasında mizahi bir yan da vardır: insanın
bazen en sert kapakları bile açamaması, kendini çok da ciddiye almaması
gerektiğini hatırlatır. Belki de kavanozu açamamanın verdiği o anlık eziklik,
kendimizle ilgili gerçek bir sınavdır; nasıl direnç gösterdiğimizin, nasıl
vazgeçtiğimizin küçük bir göstergesi. O kapak açılmayabilir ama bu,
başarısızlık değil, sadece insan olmanın başka bir hali. Sonunda, kavanoz kapağı
açılmayabilir. Ama insanın içindeki anlayış kapağı açıldığı an, gerçek güç
başlar.
Elime kavanozu aldığımda, o an çekingenliğin soğuk eli
farkında olmadan belirmeye başladı. Açmak mı? Ya beceremezsem? Ya o
güvensizlik, o küçük tereddüt, yüzeye fırlayan bir buz parçası gibi kalbime
saplanırsa? Elimi uzattım ama durdum; sanki bu basit hareketin ardında büyük
bir sınav gizliydi. Bir taraftan açma isteği, diğer taraftan açamama korkusu
vardı. Bu küçük kavanoz kapağı sadece bir nesne değil, aynı zamanda kendi
sınırlarımı görmeye açılışımı bekleyen bir kapıydı. Döndürdüm kapağı bir kez,
sonra iki, güçle bastırdım ama hareket yoktu. Ellerim titriyordu, o an duyulan
çaresizlik, küçük pırıltılar gibi yükseldi. “Yapamam belki de” dedi bir ses
içimde. Bu kaçınma hissi, hem kendime olan güvenimin zayıflığını hem de hanımın
gözündeki yargıyı düşündürdü bana. Çünkü onun gözlerinde, açamayan adam
“eksik”, “yetersiz” olabilir...
İkincilik, eziklik an meselesiydi. Bu kavanoz kapağını
açamamak, küçük bir anlık başarısızlık gibi görünse de, içimde büyük bir yük
oluşturdu. Çünkü aslında açamadığım şey sadece kapak değildi, kendi güçlü ve
yeterli olduğuma dair inançlarımın sınanmasıydı. Her denememde ellerimden kayıp
gidiyordu o inanç, hissettiğim ağır yük ise, açamadığımı görmek üzere bekleyen
başkalarının sessiz yargısıydı. Sonra bir fırça yedim, o keskin sözlerin
arasında küçülen ben, bu sefer daha da derin bir içsel sorguya daldım. Neden bu
kadar önemlidir ki açmak? Neden bazen basit şeylerde bile başarısız olduğumda
kendimi parçalıyorum? Acaba büyüklük, başarı veya değer sadece bir kapağı
açabilmekle mi ölçülüyor?
İşte o an, kocaman bir evrenin içinde küçücük, kırılgan bir
nokta gibi hissedip, aynı zamanda insan olmanın karmaşıklığını derinden
anladım. Vazgeçmek, denemek, başarısız olmak... Hepsi bu küçük anın içinde
anlam buldu. Başkasının fırçası, aslında beni yalnızca daha sert kapakları
açmaya hazırlayan bir sarsıntıydı. Bu kavanoz, açılmasa da kapandı. Ama ben
biliyorum ki, her kilitli kapak bizi bir sonraki açılışa, hayatın daha büyük
sırlarına hazırlıyor. Ve belki de asıl güç, açamadığımız şeylerin gölgesinde
büyür. Elime kavanozu aldığımda, içimde beliren o çekingenlik fark ediliyordu
hemen. Hanımın gözleri üzerimdeydi, o an durakladım, elimdeki kavanoza dokundum
ama açma cesaretini bir türlü bulamadım.
“Ne oldu Bey? Bu kadar zor mu sanki?” dedi hafifçe şaşırmış,
sabrı ufak ufak eriyen bir tonda.
“Görüyorsun deniyorum ama... Kapak çok sıkı ya,” diye cevap
verdim, sesimdeki çekingenlik kulağıma bile tuhaf geldi.
“Sen mi açacaksın, yoksa o kapak mı seni oynatacak?” dedi
hafif alaycı bir tonla.
Ben ellerimi sıktım, kavanozu yeniden tutmaya çalıştım. “Sen
biraz ağır vurmuyor musun acaba?” dedim, yarı şaka yarı iç çekerek.
Hanım gözlerini devirdi. “Hayır, sadece işini yapmasını
bekliyorum. Kavanoz açılacak, sen de… Sen de elinden geleni yapacaksın.”
Bu konuşmalar arasında, içimde büyüyen o eziklik dalgası fark
ettim. Ellerim terlemeye, suratım kızarmaya başladı. Başarısızlığın küçük bir
yankısıdır bu diyaloglar; tıpkı her kıvranışta büyüyen küçük bir fırtına.
“Bir dakika,” dedim. “Belki de yanlış yoldayım. Hadi yardım
et, birlikte açalım,” diye önerdim.
Hanım biraz yumuşadı, “Tamam, ama sen başla bakalım. Göreyim
ne yapıyorsun.”
Birlikte kavanozu tutup, gücümüzü birleştirdik. Kapak bir
anlık gevşedi. “Bak, birlikte daha kolay,” dedi memnun bir sesle. Ama içimdeki
küçük direniş, açamadığım kapağın ötesinde bir dünyaydı. Bir an durduk, hanım
ciddi bir ifadeyle baktı bana: “Bazen küçük şeyleri bile halledemeyince, daha
büyüklerinden korkmaya başlıyorsun demek ki.”
“Söylediğinde haklısın,” dedim. “Belki de korktuğum, sadece
açılmayan bir kavanoz değil, başkalarının beklentileriyle yüzleşmek.” Bu kısa
sohbet, kapak açabildiğimizden daha anlamlıydı benim için. Çünkü o an, güçlük
sadece fiziksel değildi. İçimde, hem açmadığım kapaklar hem de üzerimdeki sinsi
yargılar vardı.
“Bir gün açacağız,” dedi hanım umutla. “Hem kavanozu, hem de…
Seni.”
Gülümsedim, “Belki de bu, en zor kapak.”
Kapağı açmak için son bir kez daha denemeye karar verdim.
Ellerim terli, kalbim hızlı atıyordu; sanki bu küçük kavanoz, benim bütün
başarımı ölçüyordu. Derin bir nefes aldım, kendime güvenimi toplamaya çalıştım.
Hanım gözlerini bana dikmiş, bekliyordu; o karışık sabır ve ciddiyetle.
“Hazır mısın? Son kez dene bakalım,” dedi.
Başımı salladım, dudaklarım hafifçe titrediydi ama azmim
kararlıydı artık. Ellerimi kavanoza sıktım, bedenimi öne doğru eğdim. Tüm
gücümü topladım, adeta bir savaşçı gibi ıkındım; parmaklarımda bilenmiş bir
enerjiyle kapağı döndürmeye başladım. İlk başta kırılmayan direniş, yavaş yavaş
gevşedi. Bir çıtırtı, o küçük müjdeyi getirdi: kapak biraz oynadı.
“Oldu, oldu!” dedim, sesi heyecanlı, biraz da rahatlamış.
Hanım yüzünde o karmaşık ifadeyle, tebessümü belli belirsiz:
“Gördün mü, yapamamak o kadar da kalıcı değilmiş.”
Son bir sefer daha ıkındım, bütün bedenimi kaptırarak,
sabırla; kapak sonunda açıldı. O küçük kırmızı kapağın sıyrılması, içerideki
yazın ve çabanın sembolüydü artık. İlk başta o kabın içinden yayılan koku
değil,(benim ıkınmamla arkamdan çıkan ıkınmanın zorluğuyla hava alan
bağırsaklarımın ,anlayın artık…) kendi içimde yayılan rahatlama büyüktü. Sanki
kapakla birlikte beni kuşatan o eziklik de bir anda açılmış, serbest kalmıştı. Hanım,
hafif gülümseyerek yanımdan geçti. “Bak işte, bazen gerçekten yapamadığımızı
sanırız. Ama yeter ki denemeyi bırakmayalım.” O an anladım ki; hayatın kapakları,
ne kadar sıkı kapanırlarsa kapansın, bazen sadece biraz daha ıkınmak, biraz
daha sabretmek gerekir. Ve önemli olan o ıkınmayı yaparken pes etmemekmiş.
Mehmet Aluç
Not: Ahmet kardeşim, sonrasında Nuri kardeşimin sonunda
Adaşım Mehmet Fikret’in yazdıklarına karşılık yazılmıştır.